Psk. Erkan Ezerçe https://erkanezerce.com/ Zonguldak - Kdz. Ereğli Psikolog, Evlilik ve Cinsel Terapi Thu, 02 Jan 2020 14:04:08 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.6.4 127660822 Dile Getirmediğiniz Duygularınız Sizi Esir Etmesin! https://erkanezerce.com/dile-getirmediginiz-duygulariniz-sizi-esir-etmesin/ https://erkanezerce.com/dile-getirmediginiz-duygulariniz-sizi-esir-etmesin/#respond Thu, 02 Jan 2020 14:04:08 +0000 https://erkanezerce.com/?p=222 Kızgınlık, kırgınlık, öfke, çaresizlik, yetersizlik gibi negatif olarak adlandırılan duygular… Bu duygularınıza hayatınızda ne kadar yer var? Bu duyguları dile getirmek mümkün mü? Bir kız çocukken ayağı takılıp düşüyor. Sonrada annesi bir şey yok diyerek onu teselli ediyor. Pe ki çocuğun canı yanmış olabilir mi? Düştüğü için annesine ya da kendisine kızmış olabilir mi? Kız […]

The post Dile Getirmediğiniz Duygularınız Sizi Esir Etmesin! appeared first on Psk. Erkan Ezerçe.

]]>

Kızgınlık, kırgınlık, öfke, çaresizlik, yetersizlik gibi negatif olarak adlandırılan duygular… Bu duygularınıza hayatınızda ne kadar yer var? Bu duyguları dile getirmek mümkün mü?

Bir kız çocukken ayağı takılıp düşüyor. Sonrada annesi bir şey yok diyerek onu teselli ediyor. Pe ki çocuğun canı yanmış olabilir mi? Düştüğü için annesine ya da kendisine kızmış olabilir mi? Kız çocuğu biraz daha büyüyor ergenliğe geliyor arkadaşlarıyla kavga ediyor ve eve geliyor. Anne ya da babası üzülme sen de başkasıyla oynarsın, takma kafana demesiyle beraber çocuk yine duygularını dile getiremiyor. Yaşadığı ve dile getiremediği duyguları bedenine hapseden çocuk büyüyor. Yetişkin olup hayatına devam ediyor. Kocasıyla sorun yaşayınca ailesi boş ver kim zaten eşiyle sorun yaşamıyor ki cevabını alıyor. İçkisi yok kumarı yok idare et diye cevap veriyorlar. Komşularıyla sorun yaşayınca sende onlarla görüşme diyorlar. Takma kafana çok büyütüyorsun cevabını veriyorlar. Bu ve buna benzer durumları birçok kez yaşayan kişi ne yazık ki duygularını bir tabuta koyup gömmeyi tercih ediyor. Fakat insanın ifade edilememiş duygu dünyası kişiyi sürekli rahatsız eder. Kişi negatif duygularını dile getirmediğinde herkese ve her şeye karşı isteksizlik, konsantre olamama ve belki de en önemlisi sevme ve üretme kapasitesinde azalma ortaya çıkmaya başlar.

ENERJİNİZİN AZALMA NEDENİ?

Bilgisayarınızda bir şeyler izliyorsunuz ve aynı anda müzik açık, yine exzel programı açık, aynı anda arka planda da antivirüs programı açık olsun. Bu programların aynı anda çalışıyor olması bilgisayarınızı yavaşlatacaktır. Programları ekrandan aşağıya kaydırdığınızda nasıl ki ekran temiz görünmesine karşın bilgisayarın çalışması aktif olarak devam etmektedir. İnsan zihni de aynı şekilde geçmişte bir çok duygu yoğunluğu yaşamış ve bu yaşadığı duyguları ifade etmediğinde ya da görmezden geldiğinde görünürde bir şey olmamasına rağmen sevme ve üretme kapasitesinde ciddi azalma oluyor. Yani var olan enerjisini ekonomik olarak kullanamayan insan aynı bilgisayar gibi yavaşlıyor. Enerjisini verimli kullanamıyor.  Çevresi tarafından kolay olduğu görülen şeyler onun gözünde bir dağ gibi büyüyor.  Çünkü geçmişte yaşadığı olumsuz duygularını ifade edememiş olması,   kişinin iç dünyasında sürekli enerjisini çalıyor.

DUYGULARIN KABULÜ!

Danışan, geçmişteki engellenmiş, kabul görmemiş,  eleştirilmiş olabilir. Bunları yaşayan biri kızgınlık, çaresizlik, kırgınlık gibi bir çok farklı negatif duygu yaşar. Psikoterapi odasında, danışan belki de kendine bile itiraf edemediği duyguları terapistiyle paylaşır. Terapi odasında eleştirilme, yargılanma yoktur.  Bu duyguları saygıyla karşılamak vardır. Çünkü bu duygular görülmez ya da görülmezden gelmeye çalışıldıkça kişiyi rahatsız eder. Kişi bu duyguları benliğinin derinlerinde tutmak için çok fazla enerji harcar. Dolayısıyla da bu duygulara harcanan enerji kişinin var olan potansiyelini kullanmasına engel olur. Kişi birini gerçekten sevme ve yaratıcılıkla ilgili faaliyetlere odaklanamaz. Duygularını terapistiyle paylaşan kişi, öncelikle korktuğu başına gelmez. çünkü kişi negatif duyguları paylaşırsa o duyguları esiri olacağından korkar. Aslında tam tersidir. Kişi duygularını paylaşmadığında negatif duyguların esiri olur. Duygularını paylaştıktan sonra önce rahatlar. Sonraki adım ise bu negatif duygulara sahip olmanın onu kötü biri yapmayacağıdır. Olumsuz duyguları sahiplenir kişi. Olumlu duygular hayatında nasıl ki yer var ise olumsuz duygularda hayatında yer açar. Olumlu ve olumsuz duygular arasına kişi bir köprü kurmuştur.

HERŞEY ZITDIYLA VARDIR!

“Ben kimim? iyi miyim kötü müyüm?” Sorularının yanıtı arar birçok kişi. Bazıları iyi olduğunu söyler bazıları da kötü. Belki de bu soruların yanıtı, ben iyileri ve kötüleri içinde barındıran bir bireyimdir. Çünkü insanın bir yandan sevmediği, hoşlanmadığı, kimseyle paylaşmak istemediği parçaları varken; diğer yandan, sevdiği, takdir ettiği parçaları vardır. Bu sebeple insan zıtlıkların birleşimidir. Dolayısıyla insan içindeki zıtlıkları kabul etmesi onun büyütür ve geliştirir. Fakat sevmediği beğenmediği özelliklerini, yok bunlar benim parçam değil, dedikçe deyim yerinde onları bir tabuta koyup onları derinlere gömmeye çalıştıkça, kişiyi huzursuz ruhlar gibi sürekli rahatsız eder. Sevmediği parçaları, kişinin sürekli sessiz bir çığlık atar gibi kişiyi rahatsız eder.  Bu parçalarından kişinin kurtulması söz konusu değildir. Fakat bu parçalarını kabul etmemesi halinde kişi, kendisini suçlamasına, yargılamasına neden olur. Ve bunlar iç konuşmalar şeklinde devam eder. Aslında bireyi, geliştiren ve büyüten bu zıtlıkların varlığıdır. Gecenin en karanlığının bitişi aydınlığı getirir. Aydınlık geceyi getirir. Bu başlangıç ve son değildir. Sadece bütünün parçalardır. Birinin ötekinden üstünlüğü yoktur. Bu çok güzel bir harmonidir. Bu harmoni bir günü oluşturur. (Türk Dil Kurumuna göre,  harmonin anlamı; uyum, düzen ve ahenktir.) Ve günün içinde en karanlığın ve en aydınlığın olduğu gibi günün ve gecenin birçok rengini içinde barındırır.  İnsan da böyle bir canlıdır. İyilikleri ve kötülükleri içinde barındırır. Fakat iyi davranışları mı hayatında ön planda tutacak kötü davranışları mı bu kişinin elindedir. Çünkü düşünceler kişinin zihninden akıp gider ve kişinin genelde elinde değildir. Fakat davranışlar kişinin elindedir.

ÖZGÜR OLMAK

İnsanlar çoğunlukla duyguları paylaşınca olumsuz duygularının esiri olacağını zannederler. Bazı kişiler ise yaşadığı olumsuz duyguları paylaşmamayı öylesine öğrenmiştir ki artık duygularını yok sayıp bastırmıştır. Sorduğunuzda çaresizlik, yetersizlik, kızgınlık gibi duyguları yaşamadığını dile getiriler ve genellikle “mutlu bir çocukluk geçirdim” aklileştirmesinin arkasına saklanırlar. Takdir edilmemiş, dikkat edilmemiş, görmezden gelinmiş, onaylanmamış, özgürlüğü kısıtlanmış olarak büyümüş bir çocuğun olumsuz duygular yaşamamasına imkan var mı? Fakat ebeveynlerin davranışlarını sorgulamak genellikle zordur. Babasından sürekli olarak eleştiri almış danışanım iyi ki babam beni eleştirmiş yoksa ben bu günlere gelir miydim diyerek sadece yaşadığı kırgınlığın ve kızgınlığın üstünü örtüyordu. Oysa ki bana gelme şikayeti yanlış yapma korkusuydu. Fakat babası hakkında olumsuz konuşursa bu babasının kötü biri olduğu anlayışı çıkacağından endişe duyuyordu ve gerçekleri yok saymayı tercih etmişti. Babası hakkında olumsuz konuşmak ne onu kötü biri yapardı. Ne de babasını! sadece onu özgür biri yapacaktı. Çünkü geçmişin hapishanesinden kurtulmanın yolu budur. Olumsuz duyguları paylaşınca artmasından korkarlar. Gerçekler ise tam tersidir artması değil azalmasına neden olur. İnsanlar olumsuz duygularını paylaşınca duygularının esiri olacaklarından korkarlar.  Gerçek özgürlük, bireyin yaşadığı ve karanlıkta bıraktığı olumsuz duygularını da fark etmesi, onlara sahip çıkması, onları kabul etmesi, duygularını bir bütünleşme aşaması için bir direnç yerine itici güç olarak kullanması ile mümkündür. Sonuçta geçmişi değiştiremeyiz fakat kaybolan bütünlüğümüzü yeniden onarabilir ve kazanabiliriz.

The post Dile Getirmediğiniz Duygularınız Sizi Esir Etmesin! appeared first on Psk. Erkan Ezerçe.

]]>
https://erkanezerce.com/dile-getirmediginiz-duygulariniz-sizi-esir-etmesin/feed/ 0 222
İçimden Sevişmek Gelmiyor… https://erkanezerce.com/icimden-sevismek-gelmiyor/ https://erkanezerce.com/icimden-sevismek-gelmiyor/#respond Wed, 02 Oct 2019 12:20:05 +0000 https://erkanezerce.com/?p=209 ERKEKLERE NE OLDU? Son yıllara kadar cinsel isteksizliğini dile getiren daha çok kadınlar oluyordu. “Başım ağrıyor!” , “Yorgunum!” , ya da “Canım istemiyor!” cümlelerini dile getirip sırtını dönüp yatan kadınlardı. “Hayır” diyen taraf daha çok kadındı. Son dönemde cinsel terapiye başvuran danışanlarımda erkek cinsel isteksizliğinde belirgin bir artış söz konusu. Daha önceleri terapiye başvuru da […]

The post İçimden Sevişmek Gelmiyor… appeared first on Psk. Erkan Ezerçe.

]]>

ERKEKLERE NE OLDU?

Son yıllara kadar cinsel isteksizliğini dile getiren daha çok kadınlar oluyordu. “Başım ağrıyor!” , “Yorgunum!” , ya da “Canım istemiyor!” cümlelerini dile getirip sırtını dönüp yatan kadınlardı. “Hayır” diyen taraf daha çok kadındı. Son dönemde cinsel terapiye başvuran danışanlarımda erkek cinsel isteksizliğinde belirgin bir artış söz konusu. Daha önceleri terapiye başvuru da öncelikli sırayı sertleşme sorunu ya da erken boşlama sorunu iken şimdilerde ilk sıraya erkek cinsel isteksizliği yerleşmiş durumda. uzun bir zaman da öyle devam edeceği yapılan bilimsel çalışmalarda görmek ve klinikte gözlemlemek mümkün.

Cinsellikten erkekler kaçar oldu! Tabi bu durum arzulanmayan ya da arzulandığını hissedemeyen kadınlar için gurur kırıcı bir durum haline gelmiş durumda.  Ve kadın önce kendini sorgulamaya başladı! “Şişmanladım mı?” , “Güzel değil miyim?” , “Çekiciliğimi kaybettim mi?”  “Beni sevmiyor mu?” gibi daha nice sorularla önce kendini sorguluyor kadın! Bu soruların devam etmesi kadınların kendilerine aşırı eleştirel tavır içinde olmaları kadınların depresyona girmesine neden oluyor. Çünkü dile gelmeyen duygular ve düşünceler kırgınlık yaratmaktadır. Bu kırgınlıklar öfkeye neden olmakta ve öfkenin kendine döndürülmesine de depresyonun en önemli sebebi diyebiliyoruz.

EVLENİLECEK KADINLAR SEKS YAPILACAK KADINLAR

Erkek cinsel isteksizliğinin nedenlerinin içinde en fazla görülen sebep “Madonna fahişe sendromu”dur.   Evli olan bir kadının cinsel bir meta olarak görülememesidir. Evlenince, kadının hamile kalması, loğusalık dönemi ve kadının emzirme dönemi sorgulandığında, erkeğin cinsel isteksizlik başlamasının bu döneme denk geldiği büyük oranda görülecektir. Birlikte olunan kadın kutsallaştırılmıştır. Artık sadece anne rolünde görülmektedir. Bu evliliklerde kadınlara erkekler, kutsal anne, abla, bacı, kız kardeş, ev arkadaşı gözüyle bakmaya başlıyorlar. Şehvet gözüyle değil, şevkat gözüyle bakıyorlar. Bu ilişki biçiminin devam etmesi ebeveyn- çocuk ilişki biçimine benzer. Kadın kutsal anne rolüne girer kocasının kılığını, kıyafetini, yediği yemeği sorgular pozisyona gelir. Erkeğine anne gibi davranır. Erkek de aynı bir çocuk gibi evin ve evliliğin sorumluluğundan uzak durur. Bir çocuk rolüne bürünür. Böyle bir ilişki biçimi arzulanmayan bir kadın durumu ortaya çıkarır ki bu kadın için dayanılmaz derece aşağılayıcıdır.

YAKINLIK KORKUSU

Erken çocukluk dönemi ( 0-6 yaş) ebeveynleri tarafından duygusal olarak incitilmiş çocuklar yakınlık korkusu geliştirirler. Çocuk, erken çocukluk döneminde en önemli kişiler şüphesiz anne-babasıdır. Çocuk, ebeveynlerine yakın olmuştur yakın olmaması da kaçınılmazdır. Sağlıklı bir gelişim için bu gereklidir. Fakat bu yakınlık, çocukta aşırı kırılmalara neden olmuş ise çocuk önemli bir şey öğrenmiş bulunmaktadır. Yakınlık eşittir incinmek demektir. Bu da hayatında derin bir yara açar ve diğer gelişim basamaklarına bu önemli yara ile devam eder. İleride evlendiklerinde de eşine yakınlaştıkları zaman aynı incinmeyi tekrar görecekleri kaygısını bilinçdışı olarak yaşarlar. Ellerinde son moda telefonla ya da kumandayla koltuklarıyla bütünleşmiş erkekler yakınlık korkusu olan erkekler olabilir ya da aşırı çalışan iş kolik erkekler bu gruba girebilir. Bu erkekler bu durumdan şikayetçi değildir ve mutludur. Karısıyla duygusal ve fiziksel teması kesmiştir.  Genelde bu erkekler eşleriyle ayrı yatarlar. Kadınlar da çocuklarıyla! Ta ki kadının bu garipliği fark edip dile getirmesine kadar!

DİĞER CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI VE PERFORMANS ANKSİYETESİ

Erken boşalan ya da sertleşme bozukluğu yaşayan bir erkek,  bir süre sonra ilişkiye girerken “Tekrar erken boşalır mıyım?” ya da “Sertliği kaybeder miyim?” düşüncesiyle ilişkiye başlar ve bu devam eden bir kısır döngüye dönüşür ki “kısır döngü” şeklinde artarak devam eder. Bu erkekte, eşini tatmin etme performans anksiyetesi ile de birleşince erkek tekrar aynı başarısızlık döngüsüne kapılmamak için ilişkiden kaçma ve kaçınma davranışlarını bilinçli veya bilinç dışı sergiler ki bir süre sonra bu erkekte cinsel isteksizlik başlamış olabilir.  Ayrıca erkekte, porno veya mastürbasyon bağımlılığı var ise bu da eşine karşı cinsel isteksizlik yaşamasına neden olabilmektedir.

MUTİDİSİPLİNER YAKLAŞMAK GEREKİYOR!

Erkekte cinsel isteksizliğin birçok sebebi var. Çoğunlukla da psikolojik kaynaklıdır. Fakat iyi bir ürolojik muayeneden geçmek şarttır. Testosteron ve prolaktin düzeylerine baktırmak gereklidir. Ayrıca erkeğin gece uykusu nasıldır? Horlaması var ise kulak burun doktoruyla görüşmesi gerekir ki bu genel de atlanan bir aşamadır. İyi bir uyku iyi bir cinsellik demektir. Gece boyunca uyku sorunu ve horlama sorunu yaşayan bir erkek bir süre sonra cinsel isteksizlik yaşaması kaçınılmazdır. Çünkü uyurken rahatlaması gereken birey sürekli geceyi stres halinde geçirmektedir.

İLİŞKİSEL YAKLAŞMAK!

Erkek cinsel isteksizliğin nedenlerini iyi değerlendirmek iyi bir terapi için ilk şarttır. Çünkü nedenleri ortadan kaldırmak erkek cinsel isteksizliğini ortadan kaldırabiliyor. Nedenleri üzerinde çalışırken ilk başlanılması gereken sorun, çiftin ilişkisinin yıpranmış olmasıdır. Yıllarca bu problemi yaşayan çiftler birbirlerine çok sert olabiliyorlar ve aralarındaki güç ve iktidar savaşları genelde başlamıştır. İlişki üzerinde çalışmak çiftin rahatlamasını sağlayacaktır. Bu çiftleri genellikle ortak paylaşım alanları azalmıştır ve birbirlerini dinlememektedirler. Dolayısıyla dinleme beceri üzerinde çalışmak diğer önemli adımdır. Yine erkeğin var ise; suçluluk, günahkarlık ve aşağılık duyguları üzerine odaklanılmalıdır. Söze dökülen duygular erkekte rahatlamaya neden olmaktadır.

Seks konuşmak önemli bir adımdır. Bu çiftler fantezilerini, isteklerini, taleplerini konuşmaktan kaçınırlar. Çünkü eşini kıracağını ve eşi gözünde sapık gibi görüneceğinden korkarlar. Ayrıca erotik kitaplar okumak, erotik filmler izlemek ve üzerinde konuşulması gerekir.

Kadın, erkek cinsek isteksizlik seansların önemli bir roldedir. Çünkü erkeğinin gün içindeki performansını ve cinsellik esnasındaki performansını övmesi, takdir etmesi ilişkisel açıdan önemli olmakla beraber terapide altın kuraldır. Ayrıca erkeğin mutlaka çalışma şartlarını gözden geçirmesi, kendisine vakit ayırması ve spor yapması önemlidir. Sonuç olarak; erkek cinsel isteksizliği terapisi, iyi bir değerlendirme seansları yapıldığında çok yüz güldürücüdür.

The post İçimden Sevişmek Gelmiyor… appeared first on Psk. Erkan Ezerçe.

]]>
https://erkanezerce.com/icimden-sevismek-gelmiyor/feed/ 0 209
Kayıplar ve Sonrası https://erkanezerce.com/kayiplar-ve-sonrasi/ https://erkanezerce.com/kayiplar-ve-sonrasi/#respond Mon, 24 Dec 2018 12:50:27 +0000 https://erkanezerce.com/?p=134 Hayat yolculuğunda birçok kayıp yaşıyoruz. Her kayıp birbirinden önemlidir. Kimisi eşine karşı güvenini kaybederken, kimisi ekonomik kriz nedeniyle arabasını ve evini, kimisi emekli olup koltuğunu, kimi gençliğini, kimi de güzelliğini kaybetmektedir. Kayıpların örneklerini çoğaltmak mümkün. Belki de en belirgin ve somut kayıp ise “ölümdür.” Hayatta en değer verdiğiniz çocuğunuz, eşiniz, arkadaşınız, anneniz ya da babanızın […]

The post Kayıplar ve Sonrası appeared first on Psk. Erkan Ezerçe.

]]>

Hayat yolculuğunda birçok kayıp yaşıyoruz. Her kayıp birbirinden önemlidir. Kimisi eşine karşı güvenini kaybederken, kimisi ekonomik kriz nedeniyle arabasını ve evini, kimisi emekli olup koltuğunu, kimi gençliğini, kimi de güzelliğini kaybetmektedir. Kayıpların örneklerini çoğaltmak mümkün. Belki de en belirgin ve somut kayıp ise “ölümdür.” Hayatta en değer verdiğiniz çocuğunuz, eşiniz, arkadaşınız, anneniz ya da babanızın kaybı (ölümü) gerçekleşmiş olabilir. Ve hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Olmasını beklemek belki de anlamsızdır. Fakat ölüm bir yakınınızı aldıktan sonra hayata karşı bir duruşunuz olur. Bu alacağını duruş ise kayıptan sonraki yılları belirler. Kaybedilen kişiyi iç dünyamızdan sağlıklı bir şekilde bırakabilmenin yolu yas sürecinden geçer. Kayıp karşısında herkesin geçtiği süreç biricik olmasına karşın, bir takım genellemelere gitmek bu süreci daha anlaşılır kılabilir. Genel olarak kayıplar sonrasındaki duruşumuzu tiyatrodaki perdeler(sahne)  gibi düşünebiliriz.

1. PERDE

20 yaşındaki bir erkek danışanım bir böbreğini kaybetmiş ve diyalize girmeye başlamıştır. Fakat yaşadıklarını anlamlandıramıyor ve inanmıyordu.  Deyim yerinde ise “ŞOK” olmuştu. Bu yaşadıklarını “İNKÂR” ediyordu. Doktorlar ve hemşireler kendisine,  diyalize girdiği dönemde yediklerine ve içtiklerine dikkat etmesini söylemesine karşın o içki kullanıyordu. Ve ertesi gün ise bak bir şey olmadı diyordu. Kaybın sonrasında ilk tepki inkardır. Bu inkâr mekanizması kişinin ani olarak yaşadıklarına verdiği ilk tepkidir. Aslında olayın ardından kişi, yaşadıklarını bilgi olarak biliyor olmasına karşın duygusal olarak bedeninde hissetmemesidir. Bu inkâr aşaması kısa süreli olmasına karşın bazen yıllarca da sürebiliyor. Özellikle ölüm karşısında da ilk tepkidir. Kişi örneğin babasının öldüğünü bilir fakat içinden bir duygu ise ona babasının sanki yan odadaymış gibi hissettirir. Ya da kapı açılacak aniden gelecekmiş gibi hisseder. Ölen kişinin cenaze töreninde ne kadar metanetli olarak karşıladı ve ne kadar güçlü bir kişilik denilen kişiler aslında ölümü ve ölen kişiyi inkâr aşamasında olabilmektedir. Bazı kişiler ise yıllarca yakın birinin ölümü olmuş olmasına rağmen onun mezarına ziyarete gidemez. Çünkü gittiğinde ölüm gerçek olarak benliğinde hissedilecektir. Bundan kaçmanın yolu da mezarlıkları ziyaret etmemektir. Bu dönemde kişinin takılı kalması hayatının sonraki yıllarına doyum içersin de yaşamasına engel olmaktadır.

2. PERDE

Birinin ölümünden bir süre sonra şok aşamasından öfke aşmasına geçersiniz. Bir danışanım beş yaşında babasını kaybetmişti. Fakat yıllarca ona olan öfkesinin farkında değildi. Zaten ölen birinin arkasından öfkelenmek toplumsal olarak neredeyse yasaklanmış durumdadır. Sanki ayıpmış günahmış yasakmış gibi… Fakat beş yaşında babanız öldüğünde birçok şey yarım kalmıştır. Belki oyununuz yarım kaldı, belki de okulunuz, belki de çocukluğunuz.  Danışanım kendisinden bile sakladığı bu öfke duygusuyla seansta yüzleşti. Evet birçok şey yarım kalmıştı. Ve öfkeliydi…  Nasıl öfkeli olmasın ki… Hayata, insanlara, kendisine…  Önce babasına mektup yazdı seansta mektubunu okudu. Ağladı ağladı ağladı… Kızgındı. Ağlarken tüm bedeni titriyordu. Seansta onunla aynı duygular içinde olmak beni de çok etkilemişti. İçimden kalkıp omuzuna dokunmak geldi. Fakat terapötik kurallar gereği danışanınıza dokunamazsınız. Gözlerimle onun yanında olduğumu ve onun derin acısını paylaştığımı onayladım. Öyle ya yanında olduğunuzu hissetmek için dokunmaya gerek yoktu. Bazen bir söz, bazen bakış yanınızda olduğunuzu hissettirir.  Yıllarca bu yükü omuzlarında taşımıştı. Ama artık yalnız değildi! Beş yaşında babanız öldüğünde o sizi terk etmiştir. Çünkü beş yaşında bir çocuk için ölüm sadece bir terk edilmedir. Yani çocuklar için ölüm diye bir şey yoktur terk edilmek vardır. Ve seanslarda gidenin ardından öfkeli olan o kadar çok kişi ile karşılaştım ki… Bunu o kadar çok yaşadım ki… İnsanların ölümden sonra öfke duymasına izin verilmiyor maalesef fakat bu o kadar insani ki…

3. PERDE

Öfkeyi izleyen perde genelde pazarlıktır. Şu hastanede yatsaydı belki de ölmezdi, şu ilacı kullansa, şu doktora gitseydi….  Keşke hastanede daha fazla onunla vakit geçirseydim. Yaramazlık yapmasaydım annem belki de ölmezdi der bir çocuk, belki… keşke… cümleleriyle başlayanlar genelde ölüm karşısında pazarlık yapma aşamasıdır.

4. PERDE

Acı ve keder aslında gerçek olanlarla, iç dünyamız arasındaki bağlantı kurmamızı sağlar. Üçüncü perdenin sonunda yas süreci başlar.  Keder süreci, aynı zamanda bir adaptasyon sürecidir. Çünkü artık ölen kişi aranızda değildir ve onsuz bir dünyaya yaşamaya devam etmeniz gereklidir. Bu sebeple acının ve kederin anlamı insanların dünyasında önemi büyüktür.   Fakat çevredekiler acınızı paylaşmak yerine sizi bir an önce normale döndürmek ister. Ağlama derler isyankâr olursun, ya da  psikiyatrise yönlendirirler ilaç kullan derler. Aslında bizim kültürümüz de ağıtlar yakılır gidenin ardından kırkı elli ikisi okunur. Bunlar aslında kişiyi acıyı anlamlandırma ve yaşama sürecidir.  Çünkü biri hayatınızdan kayıp gitmiştir. Bırakınız, böyle biri varsa yankınınız da acısını yaşasın ona teselli vermeyin ona yapacağınız en iyi iyilik acısını yaşaması için ona ortam sunmak olur.

5. PERDE

Son perde ise kabullenme aşamasıdır. Fakat birçok kişi ölüm gerçeğini kabul edince kabullenmenin geldiğini zannetmektedir. Fakat bu ilk aşamadır. Dahası yas süreci yeni başlamaktadır. Ölümü kabul etmekle ölen kişinin hayatımızda olmadığını kabul etmek birbirinden ayrı şeylerdir. Ölümü kabul edince şok aşamasından sonra öfke, pazarlık,  yas ve kabullenme aşamalarının geldiğini daha önce belirtmiştik.  Ölen kişinin ardından tutulamayan yas süreci bireyin hayatında enerjisini alıp götürmektedir.  Sigmund Freud “Yas ve Melankoli” kitabında ölen kişinin ardından tutulan yasın olağan, süre sınırlı, zorunlu ve gerekli olduğundan bahseder. Fakat ölen kişi ile olan bağların bırakılamaması da patolojik bir yas sürecinde bahseder.  Bir kadın danışanım eşine olan karmaşık duyguları olduğu ve sürekli devam eden bir yorgunluğu olduğunu için terapiye başvurmuştu. Yapılan değerlendirme görüşmelerinde annesinin yıllar öncesi ölümünden bahsetti.  Annesini vefat ettikten sonra mezarını bile hiç ziyaret etmemişti. Yas sürecini yaşayamamış bunun üstüne hemen de evlenmişti. Uzun bir dönem duygularını konuştuk, annesiyle olan fotoğraflarını seansa getirmişti. Duygularını yeterince dile getirince yıllardır sakladığı aslında nerede olduğunu bildiği fakat hiç bakmadığı annesinin hırkasını seansa getirdi. Bu hırkası normal bir hatıra ve bir anıdan farklıydı. Bu hırka onunla annesi ile arasındaki bağlantı nesnesiydi. (Vamık Volkan’ın literatüre kazandırdığı kavram) Annesiyle arasındaki bu nesne onun gerçek bir yas süreci yaşamasını engel olmuştu. Bu hırkaya dokundu, hatıralarını kırgınlıklarını paylaştı. Bir süre bana emanet etti. Ve vakti geldiğinde bu hırkayı ihtiyacı olan birine verdi. Bu bağlantı nesnesini üzerine konuşmak başlangıçta danışanımın yaşadığı sıkıntıları arttırsa yaşayamadığı yas sürecini tekrar yaşaması için bir fırsat oldu. Hırka artık eski gücünü kaybetti. Danışanım annesiyle olan ilişkilerine elveda dercesine mezar ziyaretlerini yaptı. Ve yıllar öncesi belki de kendiliğinden yapılması gereken yas sürecini benim eşliğimde terapide gerçekleştirmiş oldu.

The post Kayıplar ve Sonrası appeared first on Psk. Erkan Ezerçe.

]]>
https://erkanezerce.com/kayiplar-ve-sonrasi/feed/ 0 134
Enerji Deponuz Boş Kalmasın! https://erkanezerce.com/enerji-deponuz-bos-kalmasin/ https://erkanezerce.com/enerji-deponuz-bos-kalmasin/#respond Mon, 24 Dec 2018 12:47:42 +0000 https://erkanezerce.com/?p=131 Mutlu evlikleri, mutsuz evliliklerden ayıran en önemli farklardan bir tanesi, evliliklerinde “ben”, “biz” ve “hepimiz” kavramlarını ayrıştırmış ve bunu davranışa geçirmiş olmalarıdır. Evlilik bir yolculuk gibidir. Bu yolculukta zaman zaman keyifli olmanın yanında zaman zaman da küskünlüklerin ve kızgınlıkların olması kaçınılmazdır. Mutlu bir evliliği olan çiftler ile mutsuz bir evliliği olan çiftleri birbirinden ayıran temel […]

The post Enerji Deponuz Boş Kalmasın! appeared first on Psk. Erkan Ezerçe.

]]>

Mutlu evlikleri, mutsuz evliliklerden ayıran en önemli farklardan bir tanesi, evliliklerinde “ben”, “biz” ve “hepimiz” kavramlarını ayrıştırmış ve bunu davranışa geçirmiş olmalarıdır. Evlilik bir yolculuk gibidir. Bu yolculukta zaman zaman keyifli olmanın yanında zaman zaman da küskünlüklerin ve kızgınlıkların olması kaçınılmazdır. Mutlu bir evliliği olan çiftler ile mutsuz bir evliliği olan çiftleri birbirinden ayıran temel fark, problem çözme becerileridir. Mutsuz bir evliliğe sahip olan çiftler yaşanan probleme takılıp kalmaktadır. Aslında iyi evliliğe sahip çiftlerde sorunlar yaşamakta ve tartışmalar olmaktadır. Fakat mutlu evliliğe sahip olan çiftler, problemin ne olduğunu konuşan diyalog kuran çiftlerdir. Bu çiftler sorunun kaynağını eşinin kişiliği olarak görmezler. Çiftler yan yana geçip sorunu karşıya alırlar. Sorunu karşıya almadan çiftler yalnızca birbirini suçlamaya devam eder. Ayrıca evliliğinizde ilişki kurmak için birçok donanıma sahip olabilirsiniz. İletişim tekniklerini biliyor da olabilirsiniz. Fakat diyalog kurmak için bir enerjiye ihtiyaç vardır. Nasıl ki bir arabanın tüm donanımı olmasının gerekli ama gitmesi için benzine ihtiyacı var ise ya da benzini yoksa gidemeyecekse evliliklerde de çiftler her ne kadar diyalog kurmak için iletişim donanımın sahip olsalar da enerji depoları boş ise birbirlerine olan tahammül sınırları kısa süreli olduğu için diyalog hemen kesilmektedir. Bunun en önemli sebeplerinden biri de enerji depolarının boş olmasıdır.

BEN DEPOSU

“Ben” olmak, kendi sınırlarını ihlal ettirmemek… Ben olmak başkalarının sınırlarını ihlal etmemektir. Önceliği ben olamayan birinin eşiyle sağlıklı ilişki kurması zorlaşacaktır. Çiftlerin birbirlerinden ayrı ve özgür zamanlar yaratmalıdır. Bu çiftin ayrı bir kimliğinin de olduğunun önemli göstergesidir. Bazı çiftler bu ayrı ayrı etkinlik yapmaya dayanamazlar ve ayrı olarak bir şeyler yaptıklarında “Bensiz bunları nasıl yaparsın,  sen beni sevmiyor musun?” diyerek bireysel yaptığı etkinliği diğer eş eşinin burnundan getirebiliyor. Bunun yerine eşinin bireysel dünyasına saygı gösterip kendisinin de bir şeyler yapması, çifttin birbirini özlemesini için de bir fırsattır. Bireysel yapılacak olan etkinlikler bir liste hâline getirilir ve yapılan listeler yan yana getirilir. Çünkü bireysel olan etkinlikler diğer eşin onayından geçmesi, gizli olmaması önemli husustur. Ayrıca birinin enerji deposunu dolduran etkinlik değer eşin öfke duymasına neden olmamalıdır. Ben deposu diğer biz ve hepimiz depolarından daha küçük bir dilim fakat daha büyük bir enerji sağlar. Bunun da nedeni mutsuz olan birinin eşini ve çocuğunu mutlu etmesi pek mümkün değildir.

BİZ DEPOSU

Ünlü evlilik terapisti Virginia Satir, aynı evde “iki otelci” şeklinde yaşayan çiftlerden bahseder ben olmuş ya da beni de ihmal etmiş eşiyle ev arkadaşı gibi yaşayan çiftler. Bu evlilikler aynı evde fakat bizi oluşturamamış evliliklerdir. Beraber etkinlikler yapmazlar ortak arkadaşlarıyla etkinliklere katılmazlar. Çiftler,  çift olan kişilerle sosyalleşmeli yani beraber etkinliklere katılmalıdırlar. Bu şekilde evlilikteki biz bilinci büyüyecektir. Sadece çift olarak yapacakları etkinlikler olmalıdır. Bu etkinliklere çocukların katılmaması önemlidir! Hatta beraber yaptıkları etkinliklerde de çocuklarla ilgili dahi konuşmamalıdırlar. Çiftlerin birbirlerine yeterli zaman ayırmaları, ortak bir mizah anlayışı olması, birbirlerine sorular sormaları ve aktif olarak birbirlerini dinlemeleri, beraber eğlenebilmek birbirini güldürebilmek ve beraber kahkaha atabilmek onların mutluluğu için önemli bir adımdır.  Bazı çiftler biz bilincini abartırlar. Her etkinliği beraber yaparlar. Hatta hobilerinden uzaklaşmasına ve iş ilişkilerini ihmal etmelerine neden olabilmektedir. Bu çiftler sanki hep aynı düşünmeleri, hissetmeleri gerektiğine inanabilirler. Bütün etkinliklerin beraber yapılması çiftlerin enerji depolarını doldurmak yerine birbirlerine kızgınlık duymalarına neden olabilmektedir. Burada denge önemlidir. Beraber yapılacak etkinliklerin listesini çıkarmak ve her iki eşinde onaylaması önemlidir. Ayrıca biz deposu çiftin arasındaki ilişkinin derinleşmesi için ayrıca önem taşır.

HEPİMİZ DEPOSU

Aile, arkadaş çevresi ve diğer çiftlerin çocuklarıyla sosyalleşmek” hepimiz deposunun” dolmasına yardımcı olur. Çocuklu ailelerde bu depo çok önemli. Burada dikkat edilmesi gereken husus; Anne, baba ve çocuk üçgeninin hepsinin katılacağı bir etkinlik düzenlemek. Bazı ailelerde anne-oğlu ya da baba-kızı şeklinde etkinliklere katılmaktadır. Bu etkinliklerin çok olamaması kaydıyla yapılmasında bir mahsur yoktur. Fakat aşırı olduğunda aile bölünme tehlikesiyle karşı karşıya kalmakta çiftler evliliğe devam ediyorlar fakat babacı kız ya da anneci oğlu şeklinde etiketlemeyle karşı karşıya kalıyorlar. Bu evlilik sistemi için ciddi problemlere işaret etmesinin yanında çocuklar içinde ayrıca zor olmakta bir ebeveyn sanki seçme zorunluluğu doğmuş, etiketlenmiş ve diğer ebeveynin yanında olmamanın suçluluğunu da yaşamaktadır. Ailenin bir sistem olduğunu düşünecek olursak bu sistemin enerjiye gereksinimi vardır. Bu gereksinim üç şekilde karşılanmalı ve enerji depoları haftalık dolmalıdır. Dengeli bir dağılım ayrıca önem taşımaktadır. Sadece “ben deposunu” ve “hepimiz deposunu” doldurmak evlilik sistemin bozulması sebep olmaktadır Çünkü “biz deposu” ihmal edilmektedir. Nasıl ki bir arabanın dört tekerliğe var ve bundan bir tanesi patladığında araba gitmez. Aslıda arabanın üç tekerleği daha var. Fakat patlayan bir tekerlek diğer üç tekerleğin sağlam olmasına da etki etmektedir. Arabanın denge sistemini bozmaktadır. Bu sebeple “ben”, ”biz” ve “hepimiz” depolarınız dengeli dolmalı ve boş kalmamalıdır.

The post Enerji Deponuz Boş Kalmasın! appeared first on Psk. Erkan Ezerçe.

]]>
https://erkanezerce.com/enerji-deponuz-bos-kalmasin/feed/ 0 131
Tango İçin İki Kişi Gerekli! https://erkanezerce.com/tango-icin-iki-kisi-gerekli/ https://erkanezerce.com/tango-icin-iki-kisi-gerekli/#respond Mon, 24 Dec 2018 12:44:56 +0000 https://erkanezerce.com/?p=128 Yakın ilişkiler; hayal kırıklığı, incinme, reddedilme, bağımlılık, korku ve kaygı gibi birçok duygusal durumla karşı karşıya gelir. Fakat bu duygular dile gelmez ya da dile getirilemez. Bu duyguları bir şemsiye gibi üstünü örten bir duygu vardır. Yakın ilişkilerde sıklıkla karşımıza çıkan bir duygu ve bu duygu diğer duyguları örtmektedir. Bu duygu öfkedir. Bu açıdan bakıldığında […]

The post Tango İçin İki Kişi Gerekli! appeared first on Psk. Erkan Ezerçe.

]]>

Yakın ilişkiler; hayal kırıklığı, incinme, reddedilme, bağımlılık, korku ve kaygı gibi birçok duygusal durumla karşı karşıya gelir. Fakat bu duygular dile gelmez ya da dile getirilemez. Bu duyguları bir şemsiye gibi üstünü örten bir duygu vardır. Yakın ilişkilerde sıklıkla karşımıza çıkan bir duygu ve bu duygu diğer duyguları örtmektedir. Bu duygu öfkedir. Bu açıdan bakıldığında öfke birincil bir duygu değildir. Öfke ikincil bir duygudur. Yani ifade edilememiş duyguların kabuğudur. Dolayısıyla yakın ilişkilerde öfke duygusu dile geldiğinde bu duygu diğer duygularla yakından ilişkilidir.  Öfkenin altına gizlenmiş en önemli duygular ise şüphesiz korku ve incinmedir. Bu sebeple öfke şemsiyesi altına gizlenen duyguları keşfetmek öfke yönetiminde ilk adımdır.

İHTİYAÇLARIN GÖRMEZDEN GELİNMESİ!

Öfkenin birçok tanımı olmakla birlikte kısaca engellemelere verilen duygusal bir tepkidir diyebiliriz. Bu açıdan bakıldığında her öfkenin altında gizli bir istek yatar. Her öfke önemli bir işareti simgeler.  Öfkeli bireyin bir ihtiyacı vardır ve bu ihtiyaç ya görülmemiş ya da görmezden gelinmiştir.  Öfkeli bireyler genelde öfkesinin sebebini karşı taraftan kaynaklandığını söylerler. Karşı tarafı suçlarlar. İnsanlar zaten onu deli ediyordur. Herkes üstüne üstüne geliyordur. Kısacası sorumluluk almak yerine suçlamak daha kolaydır. Öfkeli birey sorumluluk alıp kendisine “şu anda eşim ya da öfkeli olduğu kişi her kim ise benim hangi ihtiyacımı görmezden geldi?”  sorusunu kendisine sormasıdır. Öfke karşı tarafın bir davranışıyla ortaya çıkar. Fakat bu öfkesinin nedeni değildir. Öfkesinin tetikleyici unsurudur. Çünkü öfke kişinin kendisiyle ilintilidir. Çünkü her öfke gizli bir istek barındırır içinde!

ROLÜNÜZ HANGİSİ!

Zalim, mağdur ve gözlemci rolleri vardır. Diyelim ki çocukluğunuz da babanız ( zalim), annenize (mağdur ) bağırıyordu. Belki de dövüyordu. Tabi ki bu iki rolü ya da ilişki biçimini izleyen yıllarca buna şahitlik yapan bir de çocuk (gözlemleyen ) vardı. Bu roller değişim göstermekle birlikte bu şekilde bir genelleme yapmak mümkündür.  Bir çocuk böyle bir aile büyüdüğünde babanın rolünü (zalim) benimseyip, babasıyla özdeşim kurup, zalim rolünü oynayabilir. Ya da sürekli kendini aşağılayan bir patron, bir eş seçerek kendi hayatını mağdur rolünde devam ettirebilir. Ya da duygularını bastıran, mükemmeliyetçi bir rol üslenip gözlemci bir rolde hayatını devam ettirebilir. Böyle bir ailede büyüyen bireyler bu üç rol içinde hayatlarını geçirirler. Tabi ki bu üç rolün dışında da bir yol daha var! O da farkındalık yolu! Geçmişi tekrar etmeden, kendi hayatında baş rol oyuncu olma rolü, sorumluluk alıp hayatını masaya yatırıp geçmişin hayatına nasıl etkilediğini keşfetme yolu.

HIZ TRENİ!

Lunaparklarda hız trenleri vardır. Belki de binmişsinizdir. Hız trenine binmişseniz artık tren durana kadar yapacak bir şey yoktur. Yanınızdakinin sizin elinizi tutması bir işe yaramaz. Eğer ki korkuyorsanız korkma demesinin de anlamı yoktur.  Öfkede buna benzerdir. Öfkelenen kişi öfkelendiğinde yanındakilerin ona sakinleş demesi genelde işe yaramaz. O kişi duygu yoğunluğuna girmeden önce yapılacaklar, aslında öfke yönetiminde büyük önem taşır.  O yüzden öfkelenmeden önce bir takım ipuçları vardır. Bireyler ipuçlarını yakalarlar ise öfke döngüsü içine de girmemiş olurlar. Örneğin, hız trenine İstanbul da bindiniz. Bir daha da binmek istemiyorsunuz. Dolayısıyla İstanbul sizin için ilk ipucudur.  Sonrasında lunaparkın olduğu ilçe ikinci ipucu, lunaparka gitmek ya da lunaparkın yanından geçmek başka bir ipucudur. Aynı bu durum gibi kişi öfkelendiği şeylerde ani tepkilere yol açmadan önce bir takım iç uçları vardır. Herhangi bir mimik, bakış, söz ip ucu olabilir. Dolayısıyla kişi bu ip uçlarını keşfeder ise öfke yönetiminde önemli bir viraj dönmüş demektir.

PARANIN İKİ YÜZÜ VARDIR!

Öfkenin anlamını keşfetmek için, çiftlere iki bireyin oluşturduğu bir sistem olarak bakmak gereklidir. Kimin haklı kimin haksız yani öfkenin neden-sonuç ilişkisi açısından bakmak yerine çiftleri sistem olarak görmek önemlidir. Çünkü çift, parçaları toplamından daha fazlasını temsil eder. Tek taraflı gibi görülen olaylar bazen iç içe geçmiş davranış örüntüleridir.  A,  B’ye neden oluyor B’de A’ya, A-B-A-B…  şeklinde devam ediyor. Böyle bir döngü devam ederken kimin haklı olduğu ya da bu döngüde neden-sonuç ilişkisine odaklanmak öfkeli bir davranışı durdurmaz. Çünkü döngüsel yaklaşımda her olayda herkesin payı vardır ve çiftler bu payına odaklanması gereklidir. Örneğin Erkeğin iş stresi arttıkça, kadın öfke krizine giriyor. Kadının öfke krizi artıkça, erkek iş stresi devam ediyor. Erkeğin pasif saldırgan davranışları yani tamam, hallederiz söylemleri arttıkça, kadın öfke krizi artıyor. Kadının öfke krizi artıkça, erkeğin tamam, yaparız, hallederiz gibi söylemlerle pasif agresif davranışları devam ediyor. Bir başka örnek ise,   kadın suçlaya ve yargılamaya başlar, erkek içine kapanır. Kadın suçlamayı artırdıkça, erkek daha fazla içine kapanır.  Burada çiftler genelde ilk kim başlattı cümlelerini kullanırlar. Fakat kimin başlattığının önemi yoktur.  Diğer kişinin yüzde doksan suçlu oluğunu bilsek bile danstan çıkmak belki de yüzde ona odaklanmakla mümkün olabilir. Ve yüzde ondan sorumludur kişi. Yani kişi kendi adımlarına odaklanmalıdır.  Burada belki de sorulması gereken soru “Bu danstan nasıl çıkarız?” olacaktır. Burada odaklanılması gereken döngüselliktir. Fakat çiftler daha çok birbirlerinin nedenlerine odaklanıyorlar. Burada iki referans noktası alıp çiftin birbirini nasılda tetiklediğini gözlemlemek, öfke sorununu ortadan kaldırır. Yoksa tek öfkeli olan kişiye odaklanmak sorunun tek kişiden kaynaklandığı izlenimi verir ve kişi kendisini daha fazla suçlanmış hisseder dolayısıyla o da karşı tarafı suçlamaya başlar ve yeni bir döngü kurulmuş olur. Benim seanslarda sorduğum sorulardan bir tanesi “Sen öfkeli olduğunda eşin ne yapar?” bu soru kimin hatalı olduğundan ziyade çiftler arasındaki döngüsel nedenselliği keşfetmek üzerinedir. Kimin hatalı olduğunun önemi yoktur. Çünkü öfke problemi devam etmektedir. Unutulmamalıdır ki tango için iki kişiye ihtiyaç vardır!

The post Tango İçin İki Kişi Gerekli! appeared first on Psk. Erkan Ezerçe.

]]>
https://erkanezerce.com/tango-icin-iki-kisi-gerekli/feed/ 0 128
Geçmiş Henüz Geçmemiş Olabilir! https://erkanezerce.com/gecmis-henuz-gecmemis-olabilir/ https://erkanezerce.com/gecmis-henuz-gecmemis-olabilir/#respond Wed, 10 Oct 2018 11:28:54 +0000 https://erkanezerce.com/?p=117 “Beraber olduğum tüm erkekler beni terk ediyor?” diyen bir kadın nasıl oluyor da terk edilmeyi tekrar tekrar yaşar? Terk edilmek onun kaderi midir ya da “Beraber olduğum tüm kadınlar çok öfkeli sürekli beni aşağıladılar” diyen bir erkek aşağılanmayı mı hak ediyor? Neden bazı insanlar yaşanan olayları tekrar tekrar yaşar? Sanki yaşananlar bir dejavu gibidir. Yaşanan […]

The post Geçmiş Henüz Geçmemiş Olabilir! appeared first on Psk. Erkan Ezerçe.

]]>

“Beraber olduğum tüm erkekler beni terk ediyor?” diyen bir kadın nasıl oluyor da terk edilmeyi tekrar tekrar yaşar? Terk edilmek onun kaderi midir ya da “Beraber olduğum tüm kadınlar çok öfkeli sürekli beni aşağıladılar” diyen bir erkek aşağılanmayı mı hak ediyor?

Neden bazı insanlar yaşanan olayları tekrar tekrar yaşar? Sanki yaşananlar bir dejavu gibidir. Yaşanan olaylardan sürekli yakınıp sorunun başkasında olduğunu düşünürler. Belki de soru ve sorunlarının kaynağı kendi iç dünyalarında gizlidir. Zaman değişiyor mekanlar değişiyor fakat roller hep aynı. Kişi sanki hayatında bir tiyatro sanatçısı gibi verilen rolü tekrarlıyor. Peki kim ister ki bu yaşanan acıyı tekrar tekrar yaşamayı? Bu girdaptan bir çıkış yolu var mıdır?

GEÇMİŞİN İZLERİ!

Özellikle yakın ilişkilerde yaşanan acının anlamını keşfetmek ruha şifa verir. Bunun ilk yolu çocukluk anılarını araştırmaya girmektir. Çocukluk ve ergenlik anılarında yaşanan tekrarlar ileriki yıllarda yaşanacak acıların benzerleri olma ihtimallerini yükseltir. Sürekli aşağılanarak büyüyen bir erkek çocuk kendisi aşağılayan kadınları tercih ediyor olabilir. Çünkü annesi tarafından sürekli aşağılanmış ve ezilmiş biri ileride de kendisini aşağılayan kadınları tercih edecektir. Ya da kendisini aşağılayan patronları veya iş arkadaşlarını tercih edecektir. Çünkü zaman değişir mekanlar değişir roller ve yaşan acı tekrarlanır.  Sürekli çocukluğunda terk edilmişliği yaşamış bir kız çocuğu;  yetişkinliğinde kendisini terk edecek erkeklerle beraber olmayı tercih edip erkekler beni terk ediyor şeklinde bir açıklaması olabilir.

GEÇMİŞİN YÜKÜNDEN KURTULMAK!

Berna ismini verdiğim danışanım ikinci evliliğinden de boşanmış olarak terapiye geldi. Ve bu boşanmalarında kendi payını görmek yerine sürekli erkekleri suçluyordu. Berna’nın çocukluk öyküsüne baktığımızda annesi iş için sürekli seyahate çıkan bir kadındı. Berna’nın annesi eşinden Berna 4 yaşındayken ayrılmıştı. Çocuklar için ayrılmak ve bırakılmak genellikle çocuklukta özellikle somut dönemde terk edilmek olarak yorumlanır. Berna çocuklukta birçok kez terk edilme duygusunu yaşamış ve iç dünyasında travma olarak yerleşmişti.  Çocukluk döneminde yaşananlar bu terk edilme duygusunu deyim yerindeyse tabuta koymuş ve gömmüştü.  Peki gömülen duygular ne zaman ortaya çıkar? Anlamı keşfedilmemiş gömülen duygular yakın ilişkilerde ortaya çıkar. Evlilikte en çok yakın olan ilişkisidir. İç dünya, çocuklukta yaşanan travmatik olayı bireye tekrar tekrar yaşatır ki kişi bu sorunu çözebilsin. Fakat kişi kendi rolünü ve eşinin rolünü keşfetmediği sürece bunları bir tiyatro sahnesindeymiş gibi izler. Artık kişi yetişkin kişi olunca ya kendisini terk edecek özellikte erkekleri tercih eder ya da evlendiği veya birlikte olduğu erkeği sürekli kışkırtarak onu kendisinin terk etmesi zorlar! Berna da ilk evliliğindeki tercih ettiği erkeğin kendisini terk edecek bir erkek olduğunu fark etti. İkinci evlendiği kişiyi ise kişilik özellikleri olarak onu terk edecek bir erkek olmamasına rağmen eşinin cinsel performansını sürekli aşağılayarak terk edilmek için zemin hazırladığını fark etti.

KENDİN OLMAK!

Berna Hanım kendi olmak adına ilk adımı geçmişi tekrar üzerine kurulu hayatı yaşadığını fark ederek yaşadı. Seçimlerinin aslında bilinçdışının ona olan oyunun bir yansıması olduğunu fark ettiğinde aydınlığa kavuştu. Geçmiş ve bugün arasında köprü kurdu.  Fakat sadece farkındalık acıdan başka bir şey getirmez. Berna Hanım, sorduğu sorularda cevaplarını bulmasına rağmen bir süre karasızlığı devam etti. Çünkü yine yanlış kararlar alır mıyım korkusu içindeydi. Fakat Berna Hanım korkunun karşısında donup kalmak ve güçsüz hissetmek yerine seçeneklerini tekrar gözden geçirerek korkunun kendisine bir şey getirdiğini, o da sadece eylemsizlik olduğunu fark etti. Korkunun ve suçlamanın iç dünyasındaki çocuk parçanın bir oyunu olduğunu fark ettiğin de artık yeni bir başlangıç zamanı gelmişti. Yetişkin parçasını daha aktif kullanarak hayatı ve yaptığı seçimlerle ilgili sorumluluk aldı. Çünkü suçlamak sadece beyhude bir çabaydı. Kaderine isyan etmekte öyle. Yapılması gereken çok açık bir şekilde seçenekler hâlinde önünde bekliyordu. Ya terk edilme travmasını tekrarlayarak hayatına acılarla devam edecek ya da geçmişin tekrarını bozacak kendi olma adımlarının sorumluluğunu alacaktı. Berna Hanım bugüne kadar ya başkalarını ya da kendini suçlayarak hayatına devam ediyordu.  Yaşadığı hayatındaki erkeklerin yaptığı davranışlarını ve hatalarını sürekli  gözlemleyerek olaylarda kendi payını kaçırıyordu. Enerjisini erkeklerin davranışlarına onların yaptıklarına hayıflanarak ve sürekli mazeretler üreterek bitiriyordu. Kendine odaklandığında ise yaptığı seçimleri ve davranışları yani kendi payına odaklanmak yerine kendisini sürekli suçluyordu. Ne kendini ne de başkasına suçlamak Berna Hanımı bir yere taşımıyordu.  Başkalarının beklentilerine göre de yaşamaktan vazgeçen Berna yaşadığı olaylarda artık “Benim bu olaydaki payım ne?”, “Bu olayın anlamı ne”, “Sergilediğim davranışlar neye hizmet ediyor” ve “Bu olayın çocukla ve ergenlik anılarımla bağlantısı var mı?” sorularını sormaya başladı. Berna Hanım, hayatıyla ilgili ilk defa bu kadar özgür hissediyordu. Tabi ki özgürlüğünde bir bedeli var. O da sorumluluk! Sorumlulukla bezenmemiş bir özgürlük sadece kendini kandırmacadan başka bir şey değildir!

The post Geçmiş Henüz Geçmemiş Olabilir! appeared first on Psk. Erkan Ezerçe.

]]>
https://erkanezerce.com/gecmis-henuz-gecmemis-olabilir/feed/ 0 117
Güç Mücadelesi İncitmek ve İncinmek https://erkanezerce.com/guc-mucadelesi-incitmek-ve-incinmek/ https://erkanezerce.com/guc-mucadelesi-incitmek-ve-incinmek/#respond Wed, 10 Oct 2018 11:25:56 +0000 https://erkanezerce.com/?p=113 Danışanlarıma genelde çift terapisinde ilk seansta soruduğum sorulardan biri: “ Haklı mı olmak istersiniz? Mutlu mu?” verilecek cevaba göre çiftleri evlilik terapisine kabul ederim. Eğer ki haklı olmak seçeneğini tercih edeceklerini söylerlerse onlara yanlış yerde olduklarını bir evlilikte haklı mı haksız mı kararının hâkim tarafından verileceğini belirtirim. Bir tarafın haklı olduğu bir evlilik mutsuz olacaktır. […]

The post Güç Mücadelesi İncitmek ve İncinmek appeared first on Psk. Erkan Ezerçe.

]]>

Danışanlarıma genelde çift terapisinde ilk seansta soruduğum sorulardan biri: “ Haklı mı olmak istersiniz? Mutlu mu?” verilecek cevaba göre çiftleri evlilik terapisine kabul ederim. Eğer ki haklı olmak seçeneğini tercih edeceklerini söylerlerse onlara yanlış yerde olduklarını bir evlilikte haklı mı haksız mı kararının hâkim tarafından verileceğini belirtirim. Bir tarafın haklı olduğu bir evlilik mutsuz olacaktır. Çünkü diğer eş haksız olmuştur. Bir tarafta mutlu olan eş diğer tarafta mutsuz olan eş olduğunda böyle bir ilişki nasıl mutlu olabilir ki? Mutsuzluk, mutluluk gibi bulaşıcıdır. Ayrıca evlilik aynı gemide yer almaktır. Gemi su almaya başladığında kimin haklı olduğunun önemi yoktur. Çünkü iki tarafta gemide olduğu için zarar görecektir.

HER İKİ TARAFINDA KAYBETTİĞİ SAVAŞ!

Tarihte Pirus Zaferi olarak bilinen bu savaşta, Pirus Romalılara karşı zafer kazanmıştır. Fakat zafer sonunda komutan geriye dönüp baktığında zaferi kutlayacak neredeyse kimsenin kalmadığını fark etmiştir. Zafer sonunda Pirus; “Romalılara karşı bir zafer daha kazanırsak tamamen yok olacağız.” dediği söylenir. Zafer olarak adlandırılan bu savaş anlamını yitirmiştir. Çünkü zaferi kutlayacak kimseniz yoksa zaferin ne anlamı vardır ki!

Çiftler de bazen zafer kazanma pahasına bir savaşa giriyorlar. Çift terapisinde bu savaşın adına güç mücadelesi denir. Belki de güç mücadelesi sonunda çiftlerden biri zafer kazanıyor gözükebilir. Diğer bir deyişle haklı olmuş savaşı kazanmıştır. Fakat evlilikte haklı olmanızın bir yararı yoktur. Çünkü yalnız ve mutsuz olma pahasına elde edilen bir inatlaşma zafer midir?

SİGORTA ATTIRANLAR!

Bireylerin kendi ebeveynlerinden öğrendikleri ve gözlemledikleri rolleri kendi evliliklerine de taşıdıkları artık bilinen bir gerçektir. Çocukluklarında ebeveynlerinin birbirlerine söyledikleri ve ebeveynlerinin kendilerine söyledikleri olumsuz cümleleri not almaları büyük önem taşımaktadır. Çiftler tartışırken farkında olmadan kullandıkları kelimeler diğer eş için çok yaralayıcı olabilmektedir. Bu cümleler ya da kelimeler tartışma esnasında iletişimi kesmektedir.  İletişim devam ediyor gözükse de artık çiftlerin birbirlerine söylemek istedikleri mesajlar birbirlerine ulaşmamaktadır. Bu kelimeler aynı gerçek manada sigortanın atması gibidir. Nasıl ki sigortalar atınca enerji kesilmekte ise çiftlerin birbirlerine söyledikleri kelimeler de iletişimi kesmektedir. Bu kelimelere ve cümlelere örnek:  “aptal”, “geri zekalı”, “Allah belanı versin”,  “işe yarmaz”, “şerefsiz”… Bu verilen örnekleri çoğaltmak mümkün fakat önemli olan burada çiftlerin birbirinin sigortalarını arttırdıkları kendilerine özel söyledikleri kelime ve cümleleri bulmalarıdır. Bir sonraki adım ise bu kelimeleri not etmeleri ve bu kelimelerle ilgili anılarını düşünmeleri. Çünkü bu kelimeler çocuklukta mutlaka bir yaranın sonucu hayatında bu kadar önemli hâle gelmiştir. Çocukluk yaralarına sebep olan bu kelimelerin enerji yükünü yazarak ya da bir uzman eşliğinde boşaltmak sonraki adım olacaktır.

FARKLILIKLAR ZENGİNLİKTİR!

Çiftler arasında güç savaşlarının sebeplerinden birisi de kadın ve erkeklerin dünyalarının birbirinden farklı olmasıdır. Farklılıkları kabul etmek ya da konuşmak eşitliğe aykırı olarak nitelendiriliyor. Oysa ki farklılıklar eşitliğe aykırı değildir. Zaten eşit olmak için benzer olmamıza gerek var mı? Farklı demek bir kadının bir erkekten daha başarılı ya da daha güçlü olduğunu söylemek değildir. Farklılık “sadece” farklılıktır. Hatta kadın ve erkeklerin farklılıkları birbirinin tamamlayıcısıdır. Çiftler kimliklerinden ödün vermeden hem kendi cinsinin hem de karşı cinsin özelliklerini kabul ederlerse, negatif gibi duran farklılıkları ilişkinin tamamlayıcı özellikleri haline getirip geliştirebilirler. Ayrıca farklılıkları canlı tutmak çiftler arasındaki aşkı, çekiciliği ve tutkuyu arttırır. Eğer ki çiftler birbirlerine çok benzer iseler, çekiciliği kaybetme riskiyle karşı karşıya kalabilirler. Örnek olarak sıcak, kırılgan ve fedakar bir kadın, soğuk, sert ve kararlı bir erkeği eş olarak seçerek birbirlerini tamamlamaktadırlar.

Erkeklerin ve kadınların dünyasını bilmek güç savaşlarının üstesinden gelmek için önemli bir adım olacaktır. Erkeklerin dünyasında güç, başarı ve rekabet ön plandayken, kadınların dünyasında ilişki, iletişim ve sevgi daha ön plandadır. Örneğin bir restoranda bir grup kadınlı erkekli yemek yensin. Yemek esnasında kadınlar tuvalete giderken diğer kadın arkadaşlarını da alarak giderler. Çünkü onlar için tuvalete gitmek aynı zamanda bir sosyalleşme anı olarak ifade ederiz. Kadın tuvalete giderken aynı zamanda arkadaşlarıyla iletişim ve ilişki halindedir. Tuvalete giderken masada “Benimle tuvalete gelecek olan var mı?” diyen bir erkekle karşılaştınız mı? Karşılaşmamışsınızdır. Çünkü erkek için tuvalet sadece ihtiyacı içindir. Bir başka açıdan bakacak olursak erkekler, daha çok ben merkezci canlılardır, ön plana kendilerini alırlar, ihtiyaç duyulmak, hizmet eylemleri, çözüm için konuşmak ve uzaklaşma, yalnız kalma, erkeklerin temel ihtiyaçlarıdır. Kadınlar ise, daha çok sen merkezci canlılardır eşini ön plana alır, (Eşini ön plana alma isteği kadın için erkeğe olan sevgisini gösterme şeklidir. Ne var ki erkekler bu yakınlaşmayı bunaltıcı bulur ve uzaklaşmak ister.) fiziksel temas, anlaşılmak için konuşmak, küçük küçük hediyeler istemesi ve bundan mutlu olması, kocası tarafından gösterilen arzu dolu bakışları üzerinde hissetmek kadınların temel ihtiyaçlarıdır. Kadın ve erkeklerin temel ihtiyaçları kabul edilmedikçe güç ve iktidar savaşları devam etmektedir. Farklılıklar kabul edilmedikçe kadın ve erkekler birbirine benzemesi için uğraşmaktadır. Dolayısıyla kadınlar ve erkekler karşı cinsin kendileri gibi düşünmelerini ve hissetmesini isterler. Birbirini olduğu gibi kabul eden, kendi kimliklerinden ödün vermeden kadın ve erkek dünyasının farkına varan çiftler, güç ve iktidar mücadelesi yerine, aşkı ve tutkuyu tercih eden çiftlerdir.

BUZLARIN KIRILMASI!

Küslükler, domino taşı gibidir. Bir başladı mı durdurmak pek mümkün olmayabiliyor. Günler günleri, aylar ayları kovalıyor. İlişkilerde belirli davranış şekilleri tekrarlandıkça daha derine doğru yerleşir. Bu davranış şekillerine bir son vermek için bilinçli bir yeni bir başlangıç yapılması zorunludur. Fakat çiftlerden biri eğer ki küslüğe son verilecek bir hamlede bulunursa kaybedeceğini varsayıyor. Ya da “Erkan Bey her zaman aynı şey oluyor eşim küsüyor hep ben ona gidiyorum konuşmayı ben başlatıyorum bu sefer yeter artık” şeklinde ki bir savunmayla küslüğü devam ettiriyorlar. Daha öncede ifade ettiğim gibi gemi su almaya başlayınca hatanın kimde olduğunun önemi yoktur çünkü çiftler aynı gemidedir! Kimsenin kimseyi değiştirmek için gücü yoktur. Ancak kendilerini değiştirme güçleri çok fazladır. Ayrıca değişim için karşılık beklemeyin “Ben şunu yaptım sen de bunu yap” demeyin. Sabırla, inançla kendi davranışlarınıza odaklanın. Suçlamak yerine sorumluluk alın! Her suçlamanın altında gizli bir istek vardır. Eşinizi suçladığınızda “Ben şu anda eşimden ne istiyorum” cümlesini kendinize sorarak, İsteğinizi fark edin. İsteğinizi eşinize somut bir şekilde söyleyin. Eşinizi suçlamadan kendi duygu ve düşüncelerinizi paylaşın. Buzları kırmak için ne bekliyorsunuz? Hadi sorumluluk alıp eylem vakti!

The post Güç Mücadelesi İncitmek ve İncinmek appeared first on Psk. Erkan Ezerçe.

]]>
https://erkanezerce.com/guc-mucadelesi-incitmek-ve-incinmek/feed/ 0 113
Geçmiş Kötüydü, Şimdi Kötü, Gelecek Kötü Olacak! https://erkanezerce.com/gecmis-kotuydu-simdi-kotu-gelecek-kotu-olacak/ https://erkanezerce.com/gecmis-kotuydu-simdi-kotu-gelecek-kotu-olacak/#respond Wed, 10 Oct 2018 11:19:31 +0000 https://erkanezerce.com/?p=110 Düşünceler zihnimizden otomatik olarak akar ve kişinin nasıl hissettiği üzerine olan etkisi çok büyüktür.  Zihinden akan otomatik düşüncelerin bazıları ise kişi için daha önemlidir.  Bu daha önemli olan düşünleri ise kişinin televizyonlardaki son dakika haberleri gibi tekrar tekrar zihninden alt yazı şeklinde geçmeye başlar. Eğer ki birey ciddi bir depresyondaysa, her şeyin kötü olduğuna, hiçbir […]

The post Geçmiş Kötüydü, Şimdi Kötü, Gelecek Kötü Olacak! appeared first on Psk. Erkan Ezerçe.

]]>

Düşünceler zihnimizden otomatik olarak akar ve kişinin nasıl hissettiği üzerine olan etkisi çok büyüktür.  Zihinden akan otomatik düşüncelerin bazıları ise kişi için daha önemlidir.  Bu daha önemli olan düşünleri ise kişinin televizyonlardaki son dakika haberleri gibi tekrar tekrar zihninden alt yazı şeklinde geçmeye başlar. Eğer ki birey ciddi bir depresyondaysa, her şeyin kötü olduğuna, hiçbir şeyin değişmeyeceğine ve her şeyin öyle kalacağına inanır. Geçmişe baktığında hep başına kötü şeyler gelmiştir. Şuan zaten berbattır. Geleceğe nasıl olacağını düşündüğünde ise, bitmeyen bir boşluk, karamsarlık ve umutsuzluk hâkimdir. Peki, her üzüntü, keder ve karamsarlık depresyon mudur?

OLUMSUZ DUYGULARIN İŞLEVİ!

İnsan bedenin de nasıl ki tüm organların belirli bir işlevi varsa, psikolojik yapımımızdaki tüm olumlu ve olumsuz duyguların bir işlevi vardır. Üzüntü, keder, mutsuzlukta olumsuz duygular olarak anılmasına karşın insan yapısında önemli birçok işlevi vardır. Örneğin, birey kendisi için önemli olabilecek herhangi bir kayıptan sonra üzülür ve mutsuz olur. Eğer ki birey kaybın arkasından üzülmüyor ve kederlenmiyorsa ya gerçekten değer verdiği şeyi kaybetmemiştir ya da değer verdiği şeylerin kaybını yaşayabilecek bir olgunluğa ve farkındalığa sahip değildir. Ayrıca üzüntü, adaptasyon yeteneğimiz açısından önemlidir. Bir kişi bir kayıp yaşadığında üzüntü duygusuyla, yeni durumlara adaptasyonu oluşabilecek ve kendi duygu, düşünce ve davranışlarını ayarlaması için ona bir fırsat sağlamış olacaktır. Ayrıca üzüntü gibi duygular kişinin elindekilerin değerini bilerek hayattı, anın değerini bilerek, şu anı güzel kılmak için çaba içine girmesini sağlamaktadır.

DEPRESYONDA OLDUĞUNUZU NASIL KEŞFEDERSİNİZ?

Depresyondaki birey, birçok etkinliğe karşı “ilgi kaybı” yaşamakla beraber giderek “pasif” bir yaşantı içine girmektedir. Birey, gittikçe enerjisinin azaldığını hissettirmekte ve olaylara “karamsar” bir bakış açısıyla yaklaşmaktadır.  Pasif olma, ilgi kaybı ve karamsar bakış açısı “umutsuzluk” duygunu getirmekte birey, “sorunlarıyla yüzleşmek” yerine gittikçe “geri çekilme davranışı” içine girmekte ve “insanlarla olan iletişimini” azaltmaktadır. Ayrıca kendisini “değersiz” görmekte ve “hiçbir şey beceremiyorum”, “hayatta iyi giden bir şey yok” gibi kalıp cümleleri son dakika haberi gibi zihninden tekrar tekrar geçmektedir.  Bu kalıp cümleler “değersizlik duygusunun” artmasına sebep olurken, birey kendini diğerleriyle” kıyaslamaktadır.” Kıyaslamada “içine kapanmasına” etki etmekte ve birey yakınlarıyla arasına duvar örmektedir. Bu örülen duvar bireyin “kendisine olan kızgınlığı” arttırmaktadır. Depresyonda olan birinin en büyük şikayetleri arasında ayrıca, “konsantre olamama”, aşırı uyku hali, cinsel isteksizlik, iştahında artma ya da azalma gibi belirtiler vardır. Ayrıca depresyona giren bireyin yakınları ona son zamanlarda, kendi kişilik ve davranışlarıyla uyumlu davranmadığı söylemektedirler. Örneğin, “Sen daha enerjik ve olumlu düşünen biriydin, son zamanlara hiç böyle görünmüyorsun.” gibi yorumları da dikkate almak gerekebilir. Gittikçe çaresizlik ve umutsuzluk girdabına giren bireyin intihar düşüncelerinin başlaması da yaşadığı sorununu ciddi boyutlara ulaştığının bir göstergesidir.

KARA BULUTLARI DAĞITMA VAKTİ!

Depresyondaki bireyin yaşamında birçok değişiklik medyana gelir.  En çok da davranışlarında değişiklikler göze çarpar. Çevrenizde hayattan mutlu ve zevk aldığını söyleyen biri varsa ona ne yaptığını sorun. Muhtemel bir örnek, bir etkinlik için içimden “istek” geliyor. Sonra bu “etkinliğe katılıyorum”, sonrada yaptığı etkinlikten “zevk aldığını” ve en sonunda “mutlu” olduğunu dile getiriyor olacaktır ve mutluluk yeni bir etkinlik için yeni bir isteği doğuracaktır. Yani sıralama, “istek- eylem-zevk almak-mutlu olmak-yeni bir istek-eylem…” şeklinde olacaktır. Fakat depresyondaki bireyde işler daha karışıktır. Çünkü içinden bir şey yapmaya dair bir istek yoktur. Dolayısıyla istek yok- eylem yok- zevk alma yok-mutlu değil- yeni bir istek yok- yeni bir eylem yok… şeklinde sıralanabilir. Görüldüğü gibi depresyondaki birinin mutlu olmak için bir ödül sistemi yok. Ödül olmadığında da yeni yapılacak bir etkinlik için kişinin enerjisi olmayacaktır. Dolayısıyla ilk yapılması gereken geçmişte yaptığı fakat şuan yapmadığı etkinliklerin listesini somut olarak yazmaktır. Unutmayın amaçsızlık=depresyondur! Liste somut olarak yazıldıktan sonra ise listeden bir etkinlik seçmek ikinci adım olacaktır. Tabi ki kişi canım istemiyor diyecektir.  Bu doğaldır. Çünkü enerjisi yoktur. Dolayısıyla istemiyorum demesi kadar doğal bir şey yoktur. Benzini biten bir araba nasıl ki gitmeyecek ve benzine ihtiyaç varsa kendiliğinden bir şey yapmadan benzin dolmayacaksa bunun için adım atılması şarttır. Yani sıralamada listesinde bir değişiklik yapılacak önce eylem-zevk alma-mutlu olma-sonra yeni bir eylem… İstek ise listeye sonradan kendiliğinden dahil olacaktır. Unutmayın ilk olarak arabanızda benzin yoksa benzin istemekten fazlasını yani arabayı ittirmek, bidon alıp benzinciye girmek gibi eylemde bulunmak ilk müdahaledir. Depresyonun da ilk müdahalesi bir eylemde bulunmaktır.

EYLEME GEÇMEKTEN ALIKOYAN DÜŞÜNCELER!

Sizi bir şeyler yapmaktan alıkoyan düşünceleriniz olacaktır. Bu düşünceler daha öncede belirtiğim gibi sürekli televizyon kanallarından geçen son dakika haberleri gibi zihninizden geçer. Bu zihninizden geçen düşüncelerin gerçekliğini test etmeniz depresyondan çıkmada size yardımcı olacaktır. Çünkü depresyonun nedenlerinden biri de bireyin, yaşadığı olaylardan ziyade bu olayları yorumlayış biçimi onu depresyona sürükler. Dolayısıyla olayları yorumlarken birey birçok zihinsel çarpıtma yapmaktadır. Örneğin, “Yapacak çok iş var”, “Hiçbir zaman mutlu olamayacağım”, “Eşim bana acıdığı için benimle ilgileniyor”, “Ben aptalın tekiyim”, “Arkadaşım aramadı çünkü beni önemsemiyor” bu cümleleri çoğaltmak mümkün. Bu cümleler aşırı genelleme, zihin okuma, etiketleme, ya hep ya hiç, duygusal karar verme gibi birçok olumsuz otomatik cümleleri içermektedir. Yapılması gereken cümlenin doğruluğunu test etmektir. Yukarıdaki örneklerden biri olan “Hiçbir zaman mutlu olamayacağım.” cümlesini ele alalım. Bir olay yaşadınız ve zihninizden alt yazı şeklinde sürekli geçiyor. Yapılması gereken aklımdan geçen cümle olumsuz otomatik bir cümlemi yoksa gerçekçi bir cümlemi bunu ayırt etmek için ilk olarak bu cümleyi yazın. Ama mutlaka yazın, zihninizden geçirmeyin! Ben yazmasam da olur demeyin. Yazın! Çünkü yazmak içinde bulunduğunuz “an’ı” dışarı aktarmaktır. Olaylara dışarıdan ve yukarıdan bakma yeteneğinizin gelişmesi ve olayın duygu yüklü anından çıkmak için yazıp düşüncelerinizi incelemek size şifa verecektir.  Sonraki adım ise zihninizden geçen alt yazıların gerçekliğini test etmektir.  Şu soruları yazın ve kendinize sorun: “Sevdiğim biri benimle aynı durumu yaşasaydı ve böyle düşünseydi ona olan önerim ne olurdu? Bu durum doğru ise olabilecek en kötü sonuç nedir? Olabilecek en iyi sonuç ne?  Olabilecek en gerçekçi sonuç nedir? Bu şekilde hissetmeye başlamadan önce aklımdan ne geçiyordu? Geçmişte hiç mi mutlu olmadım? Bu şekilde hissetmeye başlamadan önce aklımdan ne geçiyordu? Bu durumla ilgili ne tür anılarım var? Bu olay benim geleceğim ve hayatımla ilgili ne anlama geliyor? Ne olmasından korkuyorum?” Bu ve buna benzer soruları yazarak olaydan sonra kendinize sorduğunuzda artık olaylara dışarıdan bakma yeteneğinizin gelişmesi için ilk adımı atmış olacaksınız. Sonrasında yapılması gereken sadece pratik yapmaktır. Böylece yaşadığınız olaylara alternatif ya da gerçekçi düşünce geliştirmeye başlayacaksınız. Unutmayın zor zamanlarda olayın duygu yüküyle hayatta sadece bir seçenek varmış gibi gelebilir.  Fakat olayın duygu yükünden sonra yapılacakları yazarak bir değerlendirmede birçok seçenek olduğunu keşfetmiş olacaksınız.  Ve Ataol Behramoğlu’nun Öğrendim ki şiirinden bir kesit…

Öğrendim ki…

Kendilerini en iyilerle kıyaslamak değil

Kendi en iyinle kıyaslamak sonuç getirir

Öğrendim ki…

İnsanların başına ne geldiği değil

O durumda ne yaptıkları önemli

Öğrendim ki…

‘Bittim’ dediğin andan itibaren

Pilinin bitmesine daha çok var.

Öğrendim ki…

Sen tepkilerini kontrol edemezsen

Tepkilerin hayatını kontrol eder.

Öğrendim ki…

Kahraman dediğimiz insanlar

Bir şey yapılması gerektiğinde

Yapılması gerekeni

Şartlar ne olursa olsun yaparlar

Öğrendim ki…

İki insan aynı şeye bakıp

Tamamen farklı şeyler görebilir.

Öğrendim ki…

Anlatmak ve yazmak ruhu rahatlatır.

 

The post Geçmiş Kötüydü, Şimdi Kötü, Gelecek Kötü Olacak! appeared first on Psk. Erkan Ezerçe.

]]>
https://erkanezerce.com/gecmis-kotuydu-simdi-kotu-gelecek-kotu-olacak/feed/ 0 110
İçimdeki Korku https://erkanezerce.com/icimdeki-korku/ https://erkanezerce.com/icimdeki-korku/#respond Tue, 31 Jul 2018 09:01:38 +0000 https://erkanezerce.com/?p=102 Aslı Hanım öğretmen, 35 yaşında, evli ve bir kız çocuğu var. Seansta Erkan Bey, “Her sabah kahvaltı yaptıktan sonra okula giderken yavaş yavaş kendini hissettiren bir uyuşukluğu beynimde fark ediyorum. Evden çıkarken tedirginliğim gittikçe artıyor. Okula gittiğimde beynimdeki ağırlık hissi gittikçe kendini hissettiriyor. Bu ağırlık sebebiyle herhangi bir şeye odaklanamıyorum. Bu ağırlık olduğunda korkuyorum, tedirgin, […]

The post İçimdeki Korku appeared first on Psk. Erkan Ezerçe.

]]>

Aslı Hanım öğretmen, 35 yaşında, evli ve bir kız çocuğu var. Seansta Erkan Bey, “Her sabah kahvaltı yaptıktan sonra okula giderken yavaş yavaş kendini hissettiren bir uyuşukluğu beynimde fark ediyorum. Evden çıkarken tedirginliğim gittikçe artıyor. Okula gittiğimde beynimdeki ağırlık hissi gittikçe kendini hissettiriyor. Bu ağırlık sebebiyle herhangi bir şeye odaklanamıyorum. Bu ağırlık olduğunda korkuyorum, tedirgin, üzgün ve huzursuz hissediyorum. Ayrıca son bir haftadır hastalığımın daha da arttığını daha da fazla hasta olacağımdan ve etrafımdaki kişilere zarar vermekten korkuyorum.  Bunlar bana daha da çaresiz hissettiriyor. Veli ile telefonda dahi konuşamıyorum. Konuşurken çarpıntı hissettim ve telaş yaptım. Telefonu kapattıktan sonra telefonu düşürdüm, parmağımı çarptım. Tüm bunlar olmadan psikiyatrisin verdiği sakinleştirici ilacı da almıştım fakat kafamdaki ağırlık devam etti. Sonra kendiliğinden geçti.  Ancak bu yaşadıklarıma çok üzüldüm. Son haftalardır yaşadığım bazı hastalıklarda birleşince çok üzüldüm. Ayrıca eşimin beni sürekli terk edeceğine dair endişem var. Bu sebeple sürekli onu telefonla arayıp kontrol ediyorum. Eşimin beni sevdiğini ve terk etmeyeceğini bilmeme rağmen onu aramamak için kendimi kontrol edemiyorum. Yaşadıklarımın nasıl düzeleceğini bilemiyorum. Bir an önce iyileşip normal hayatıma devam etmek istiyorum.” dedi.

Kaygı hayatın olağan bir parçasıdır. Hemen hemen herkes, hayatında bir takım olay, kişi ya da durumlara karşı kaygılanır.  Bu açıdan bakıldığında kaygı normal bir durumdur. Hatta bireyin yapacağı etkinliklere karşı ona motive etmesi açısından da önemlidir. Fakat Aslı Hanım’ın yaşadığı kaygı hayatındaki işlevselliği bozmaya yani iş yaşamını yürütmesini zorlaştırmaya başlamıştır. Ayrıca kişiler arası ilişkilerinde de bozulmalara neden olmakla birlikte uzun bir süredir devam etmektedir. İşte yaygın anksiyete bozukluğu kaygının normalin dışına taşması halidir. Kişi sürekli ve yineleyici bir şekilde aşırı endişeli hali olması yaygın anksiyete yaşadığının ilk belirtisi olabilir. Bedensel belirtilerle çoğu zaman “aşırı evham” haline eşlik edebilmektedir. Bedensel şikayetler için kişinin öncelikle psikiyatrik, nörolojik ve dahiliye doktoru tarafından muayeneden geçmesi gereklidir. En fazla görülen bedensel şikayetler titreme, seyirme, yorgunluk, baş ve kas ayrıları, baş dönmesi, yutkunma güçlüğü, bulantı ve sersemlik hissidir.  Hekim muayenesinden sonra ise hem psikiyatrik hem de psikoterapi kişinin yaşam kalitesinde müthiş farklılıklar yaratacaktır.

GEÇMİŞİN İZLERİNİ FARKETMEK!

Aslı Hanım’ın, daha doğmadan anne babası ayrılmıştı. Babası evi terk etmiş. Annesi de kendi ailesinin yanına dönmüştü. İlkokul döneminde de annesi de başka biriyle aniden evlenmiş ve o da gitmişti. Anneannesi ve dedesi onu büyütmüş. Fakat onlarda bir süre de olsa Aslı Hanım’ı ilkokul sonunda hacca gidecekleri için babasına bırakmışlardı. Aslı Hanım’ın aile öyküsünü dikkatle incelediğimizde ilk olarak babanın evi terk etmesi istenmeyen bir çocuk duygusu yaratmış. Hayatta en güvendiği insanlar onu bırakmıştı. Bir çocuk özellikle 0-7 yaş ve erken çocukluktaki “ayrılığı”, sevilmediği değerli olmadığı olarak yorumlar. Annesinin de aniden kaybolması başka biriyle evlenmesi ve evden gitmesi ikinci travma yaratmış çok güvendiği anneannesi de onu terk etmişti. Sebebi hacca gitmek de olsa. Çünkü yetişkin mantığı ve çocuk mantığı çok farklı çalışır Küçük bir çocuk sebebin ne olduğunda ziyade yanındaki yetişkinlerin hayatından gitmesi onun için terk edilmektir. Aslı Hanım çocukluğunda birçok kez terk edilmesi onda sürekli terk edilebileceği kaygısını yeniden ve yeniden yaşamasının zeminin yaratılmıştı. Geçmişte anne, baba, anneanne ve dede onu terk etmişti. Dolayısıyla bu terk edilme duygusu ile bugün eşinin onu terk edebileceği kaygısı arasındaki zihinsel köprüyü kurmuştu.

FARKINDALIĞI BEDENLE DENEYİMLEMEK!

Çocukluk döneminde ifade edilmemiş veya bastırılan duygu ve düşünceler bireyin iç dünyasında baskı yaratır. Bu yaratılan baskı bedenle ifade bulur. Aslı Hanım birçok kez terkedilme, reddedilme, sevilmeme, öfke gibi duygular yaşamış ve bu yaşadığı duyguları yıllarca ifade edememişti. Çünkü yargılanacağını ve yanlış anlaşılacağını düşünüyordu. Psikoterapi odası onun için güvenli bir liman olmuştu. Birçok kez terkedilme, sevilmeme, değerli olmadığı hislerini terapi odasında ifade etti. Ağladı, öfkesini dile getirdi.  Yıllardır bu duygular onun bedeniyle dile getirdiği duygulardı. Bu duygularına sahip çıktı ve hayatında yeni bir dönem başlıyordu.

GRİNİN BİRÇOK TONU VARDIR!

“Aşırı evham” hâli olayları sadece tek bir taraftan görmeye neden olabiliyor. Aslı Hanım da aşırı kaygılı olduğunda sanki hayatta seçenek yokmuş gibi bakabiliyordu. Olayları siyah ya da beyaz değerlendirebiliyordu. Bir hata yaptığında bu mükemmel olmadığını göstergesi oluyor ve kendisini “TAM” bir başarı hikayesi yoksa bir “HİÇ” olarak değerlendiriyordu. Ayrıca yaşadıklarını aşırı bir genelleme yaparak “her zaman böyle oluyor”, “ben asla düzelmeyeceğim” şeklinde genellemelerle tek bir olumsuz olaydan yola çıkarak yaptığı hatayı felaket olarak yorumlayabiliyordu. Aşırı genelleme ve ya hep ya hiç düşünce tarzının yanında kendisini “umutsuz vaka” olarak ayrıca da etiketliyordu.

VASAT OLMAYI GÖZE ALMAK!

Aslı Hanım’ın anneannesi mükemmelci bir kişiydi, kuralcıydı. Hata yapmamasını öğreten, hata yaparsa başarılı olamayacağını ve her zaman mükemmel olması gerektiğini söyleyen aşırı katı bir anneanneyle büyümüştü. Başarılı olmazsam ve hata yaparsam ben bir hiçim şemasının gelişmesinde rol oynadığı söyleyebiliriz.  Ya hep ya hiç düşünme tarzı, aşırı genelleme, zihin okuma ve etiketleme mükemmeliyetçi kişilerin en çok kullandıkları zihinsel çarpıtmalardır. Bu zihinsel çarpıtmaları kullanan kişiler olayları olduğu gibi değerlendiremezler. Bu düşünce tarzı olayları gerçekçi olarak değerlendirmekten insanları alıkoyar. Mükemmeliyetçi iseniz ne yaparsanız yapın kaybetmeye mahkumsunuz. Çünkü mükemmeliyetçilik soyut bir kavramdır. Ulaşılamayacak bir hedef sadece bir hayal ürünüdür. İki kâğıt alıp mükemmeliyetçi olmanın olumlu ve olumsuz taraflarını yazın. Yazdıktan sonra bunları karşılaştırma imkânınız olacak ve olaylara daha gerçekçi ve dışarıdan bakma yeteneğiniz için bir adım atmış olacaksınız. Böylece olayın kâr zarar analizini yapma imkânınız da olacak. Mükemmel olmanın avantajlarını çok az olduğunu görüp şaşıracaksınız!

 

 

The post İçimdeki Korku appeared first on Psk. Erkan Ezerçe.

]]>
https://erkanezerce.com/icimdeki-korku/feed/ 0 102
Sevgi Asla Yetmez! https://erkanezerce.com/sevgi-asla-yetmez/ https://erkanezerce.com/sevgi-asla-yetmez/#respond Mon, 26 Mar 2018 19:55:20 +0000 https://erkanezerce.com/?p=95 Sevgi evliliğin kurulması için yeterli bir koşul olmasına karşın peki evliliğin devamı için yeterli midir? Sevgi bir hastalık mıdır? “Seni seviyorum” demenin ağırlığının birçok çift farkında değildir. Sevginin tek başına olması, “seni çok seviyorum” demenin birçok evlilik için yeterli olamadığını, sadece sevginin bir hastalık olduğunu söyleyebilirim. Çünkü seviyorum kelimesini söyledikten sonra bunun birçok sorumluluğu vardır. […]

The post Sevgi Asla Yetmez! appeared first on Psk. Erkan Ezerçe.

]]>

Sevgi evliliğin kurulması için yeterli bir koşul olmasına karşın peki evliliğin devamı için yeterli midir? Sevgi bir hastalık mıdır?

“Seni seviyorum” demenin ağırlığının birçok çift farkında değildir. Sevginin tek başına olması, “seni çok seviyorum” demenin birçok evlilik için yeterli olamadığını, sadece sevginin bir hastalık olduğunu söyleyebilirim. Çünkü seviyorum kelimesini söyledikten sonra bunun birçok sorumluluğu vardır. Çiftler çoğu zaman söyledikleri cümlelerin sorumluğunu pek farkında olmuyorlar. Seviyorum cümlesinin getirdiği sorumlulukları sevginin kardeşleri olarak isimlendirebiliriz. Sevginin kardeşleri SAYGI, NEZAKET, HOŞGÖRÜ, HAKLI GÖRME ve EMPATİ’dir. Sevginin kardeşleri bir evlilikte var olan sevginin beslenip büyümesini sağlayacaktır. SAYGI, NEZAKET, HOŞGÖRÜ, HAKLI GÖRME ve EMPATİ nin yokluğu ise sevgiyi yok edebilir ya da öfke duygusunun ortaya çıkarıp sevginin üstünü bir örtü gibi örtebilir. Çünkü çiftlerde kavgalar ve küslükler sonucunda SAYGI, NEZAKET, HOŞGÖRÜ, HAKLI GÖRME ve EMPATİ azalmaktadır. Sevginin kardeşlerinin yokluğu sonucu çiftlerin birbirlerine olan tahammülü azalmakta ciddi kavgalar ortaya çıkmaktadır. Şayet sadece sevgi yeterli olsaydı birçok evlilik mutlu olurdu. Fakat sadece sevgi daha önce de belirttiğim gibi hastalıklı bir durumdur. Çünkü kadına yönelik şiddetin (fiziksel, psikolojik veya ekonomik) sevgi kelimesi kullanılarak yapıldığını gözlemlemek mümkün. Dolayısıyla sevgi kelimesinin altına sığınmak yerine “seni seviyorum” cümlesinin sorumluluğunu alıp sevgini gerekliliklerini yerine getirmek, var olan sevginin gelişip büyümesi adına büyük bir adım olacaktır.

SAYGI

Evlilikte saygı, partnerini nasıl bir kişiyse öyle görebilmek demektir. Onun kendine ait bir kişiliğinin olduğunu kabul etmek, en önemli adımdır. Partnerinizin kişiliğine, düşüncelerine, duygularına ve davranışlarına değer vermektir saygı. Evliliğin temelinde saygı vardır. Partnerin isteklerine ve taleplerin saygı duymanın temelinde korku olmamalıdır. Beni bırakır mı? Öfkelenir mi? Kızar mı? Bunlar saygının bir koşula bağlanmasıdır. Oysaki saygı koşulsuz kabulü öncelikli kılar. Ayrıca saygının somut olarak davranışlara dökülmüş hâli eşinizi dinlemektir. Onu dinlerken televizyonu kapatmak, telefonu elinden bırakmaktır ve onun olumlu taraflarını söze dökmek takdir etmektir.

NEZAKET

Kaba davranmak genellikle en kolay seçimdir. Evet seçim diyorum çünkü partnerinize kaba davranmayı çiftler tercih ediyorlar. Örneğin sabah işe giderken kendinizi baskı altında hissediyor, evden aceleyle çıkmak istiyorsunuz, bunun gibi durumlarda öfkeye kapılır ve patlama yaşayabilirsiniz. Ve arkasında “Senin yüzünden öfkeleniyorum.”, “Beni deli ediyorsun.” cümleleri gelir. Bu cümleler sorumluğun alınmadığı cümlelerdir. Günün birçok bölümünde öfkeye kapılırsınız Fakat öfke kapılma anında saygı duyduğunuz birinin yanında nezaketi elden bırakmazsınız. Bu saygı duyduğunuz kişi patronunuz veya amiriniz olabilir. Böyle durumda öfkenizi kontrol edebiliyorsanız öfkenizi yönetebilmek için beceriniz var demektir. Patronunuz, amiriniz veya iş arkadaşınız nezaketi hak ediyor peki ya eşiniz? Belki de hiç tanımadığınız insanlar için bile bu kadar nazikseniz “canım” dediğiniz partnerinize nezaketi elden bırakmanın ne anlamı olabilir ki? Cananlar canlardan önce gelmemelidir.

Ayrıca partnerinize “özür dilerim”, “pardon”, “lütfen” kelimelerini kullanmayı tercih edin ve ona yardım teklifinde bulunun ve kibar olmayı elden bırakmayın nezaket evliliğin tutkalı gibidir.

HOŞGÖRÜ

Hoşgörülü olmak, duyguları bastırmak değildir. Alttan almak hiç değildir. Duyguları dile getirirken kelimeleri seçmek, kaba olmadan, nazik olmayı elden bırakmamaktır. Hoşgörü, partnerinize kendin olma hakkını vermektir. Benim gibi düşünmüyor veya benim istediğim gibi davranmıyor diye mutsuz olan yüzlerce çift var. Kendinize aykırı gelen düşünceleri kabul etmek, katı olmamak esnek olmak anlamına gelir hoşgörü. Karşı tarafın hatalı olmasının hakkının olabileceğine anlayışla yaklaşmaktır. Partnerinizin duygu ve düşüncelerinin özgürce dile getirmesine zemin hazırlamaktır ve bundan rahatsızlık duymamaktır. Kısaca hoşgörü özgürlük demektir.

HAKLI GÖRME

Eşinizle aynı fikirde olmayabilirsiniz. Bu durum çok doğaldır. Eşinize hak verdiğinizde de aynı fikirde olmuyorsunuz. Eşine hak vermek demek, kendi bakış açışınızı geçici bir süre askıya almak ve eşinin bakış açısını anlayabilmektir. Bu iki insan arasındaki iletişimde iki bakış açısının da olduğunu kabul etmektir. İletişimde nesnel bir gerçekliğin olmadığını deneyimlemektir. Onun da kendisine ait düşünceleri, hisleri, bedensel duyumları ve davranışları olduğunu fark etmek, ona hak vermektir. Eşinize hak verdiğinizde aranızdaki güven duygusu ve bağlılığınız aratacaktır. Çünkü eşinizi sevdiğinizi göstermenin yollarından biri de onu koşulsuz kabul etmektir. Şüphesiz sizinle aynı fikirde olan birine hak vermek daha kolaydır. Fakat çaba göstermeden gelişmenin olmasını beklemek gerçekçi değildir.

EMPATİ

İletişimde doğru anlaşılıp anlaşılmadığını hissetmenin yolu eşinizin söylediklerini onunla empati kurup bir şekilde ona tekrar etmektir ve tekrardan sonra da atladığınız, anlamadığınız bir konu, kaçırmış olabileceğiniz veya yanlış anlamış olabileceğinizi sormaktır. Geri bildirim anlaşıldığını hissettirir ve bağlantı hissi verir. Empati, kısaca kendini başkalarının yerine koyarak anlatılan olaya dâhil olmaktır. Belki de bizzat o yaşanılan eşsiz duyguyu deneyimlemektir. Karşısındakinin gözlerinden dünyayı görmektir. Bu sebeple empati kurmak için ciddi enerji harcamak gerekir. Çünkü empati kurmaya karar verdiğinizde cevap vermek isteğinizi bir kenara koymanız ve eşinizin söylediklerine odaklanmanız gerekir. Empati, eşsiz bir buluşma sürecidir ve muazzam bir iyileştirici gücü vardır. Dolayısıyla eşinizin sözünü kesmeden dinlemek büyük önem taşımaktadır. Eşinizin söylemleri bittiğinde kendisini size açtığı için ona teşekkür edin.

Fark edilmesi gereken önemli bir husus var ki oda sevginin kardeşlerinin birlikte bir dişli çark gibi çalışıyor olmasıdır. Saygı nezaket ve hoşgörüye, haklı görme empatiye zemin hazırlar. Birinin varlığı diğerinin varlığına bağlantılıdır. Aynı kardeşler gibi birbirlerine kan bağıyla bağlıdırlar. Unutmayın ki evliliği kurtarmak için sevgi asla yetmez!

The post Sevgi Asla Yetmez! appeared first on Psk. Erkan Ezerçe.

]]>
https://erkanezerce.com/sevgi-asla-yetmez/feed/ 0 95