Kayıplar ve Sonrası
Hayat yolculuğunda birçok kayıp yaşıyoruz. Her kayıp birbirinden önemlidir. Kimisi eşine karşı güvenini kaybederken, kimisi ekonomik kriz nedeniyle arabasını ve evini, kimisi emekli olup koltuğunu, kimi gençliğini, kimi de güzelliğini kaybetmektedir. Kayıpların örneklerini çoğaltmak mümkün. Belki de en belirgin ve somut kayıp ise “ölümdür.” Hayatta en değer verdiğiniz çocuğunuz, eşiniz, arkadaşınız, anneniz ya da babanızın kaybı (ölümü) gerçekleşmiş olabilir. Ve hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Olmasını beklemek belki de anlamsızdır. Fakat ölüm bir yakınınızı aldıktan sonra hayata karşı bir duruşunuz olur. Bu alacağını duruş ise kayıptan sonraki yılları belirler. Kaybedilen kişiyi iç dünyamızdan sağlıklı bir şekilde bırakabilmenin yolu yas sürecinden geçer. Kayıp karşısında herkesin geçtiği süreç biricik olmasına karşın, bir takım genellemelere gitmek bu süreci daha anlaşılır kılabilir. Genel olarak kayıplar sonrasındaki duruşumuzu tiyatrodaki perdeler(sahne) gibi düşünebiliriz.
1. PERDE
20 yaşındaki bir erkek danışanım bir böbreğini kaybetmiş ve diyalize girmeye başlamıştır. Fakat yaşadıklarını anlamlandıramıyor ve inanmıyordu. Deyim yerinde ise “ŞOK” olmuştu. Bu yaşadıklarını “İNKÂR” ediyordu. Doktorlar ve hemşireler kendisine, diyalize girdiği dönemde yediklerine ve içtiklerine dikkat etmesini söylemesine karşın o içki kullanıyordu. Ve ertesi gün ise bak bir şey olmadı diyordu. Kaybın sonrasında ilk tepki inkardır. Bu inkâr mekanizması kişinin ani olarak yaşadıklarına verdiği ilk tepkidir. Aslında olayın ardından kişi, yaşadıklarını bilgi olarak biliyor olmasına karşın duygusal olarak bedeninde hissetmemesidir. Bu inkâr aşaması kısa süreli olmasına karşın bazen yıllarca da sürebiliyor. Özellikle ölüm karşısında da ilk tepkidir. Kişi örneğin babasının öldüğünü bilir fakat içinden bir duygu ise ona babasının sanki yan odadaymış gibi hissettirir. Ya da kapı açılacak aniden gelecekmiş gibi hisseder. Ölen kişinin cenaze töreninde ne kadar metanetli olarak karşıladı ve ne kadar güçlü bir kişilik denilen kişiler aslında ölümü ve ölen kişiyi inkâr aşamasında olabilmektedir. Bazı kişiler ise yıllarca yakın birinin ölümü olmuş olmasına rağmen onun mezarına ziyarete gidemez. Çünkü gittiğinde ölüm gerçek olarak benliğinde hissedilecektir. Bundan kaçmanın yolu da mezarlıkları ziyaret etmemektir. Bu dönemde kişinin takılı kalması hayatının sonraki yıllarına doyum içersin de yaşamasına engel olmaktadır.
2. PERDE
Birinin ölümünden bir süre sonra şok aşamasından öfke aşmasına geçersiniz. Bir danışanım beş yaşında babasını kaybetmişti. Fakat yıllarca ona olan öfkesinin farkında değildi. Zaten ölen birinin arkasından öfkelenmek toplumsal olarak neredeyse yasaklanmış durumdadır. Sanki ayıpmış günahmış yasakmış gibi… Fakat beş yaşında babanız öldüğünde birçok şey yarım kalmıştır. Belki oyununuz yarım kaldı, belki de okulunuz, belki de çocukluğunuz. Danışanım kendisinden bile sakladığı bu öfke duygusuyla seansta yüzleşti. Evet birçok şey yarım kalmıştı. Ve öfkeliydi… Nasıl öfkeli olmasın ki… Hayata, insanlara, kendisine… Önce babasına mektup yazdı seansta mektubunu okudu. Ağladı ağladı ağladı… Kızgındı. Ağlarken tüm bedeni titriyordu. Seansta onunla aynı duygular içinde olmak beni de çok etkilemişti. İçimden kalkıp omuzuna dokunmak geldi. Fakat terapötik kurallar gereği danışanınıza dokunamazsınız. Gözlerimle onun yanında olduğumu ve onun derin acısını paylaştığımı onayladım. Öyle ya yanında olduğunuzu hissetmek için dokunmaya gerek yoktu. Bazen bir söz, bazen bakış yanınızda olduğunuzu hissettirir. Yıllarca bu yükü omuzlarında taşımıştı. Ama artık yalnız değildi! Beş yaşında babanız öldüğünde o sizi terk etmiştir. Çünkü beş yaşında bir çocuk için ölüm sadece bir terk edilmedir. Yani çocuklar için ölüm diye bir şey yoktur terk edilmek vardır. Ve seanslarda gidenin ardından öfkeli olan o kadar çok kişi ile karşılaştım ki… Bunu o kadar çok yaşadım ki… İnsanların ölümden sonra öfke duymasına izin verilmiyor maalesef fakat bu o kadar insani ki…
3. PERDE
Öfkeyi izleyen perde genelde pazarlıktır. Şu hastanede yatsaydı belki de ölmezdi, şu ilacı kullansa, şu doktora gitseydi…. Keşke hastanede daha fazla onunla vakit geçirseydim. Yaramazlık yapmasaydım annem belki de ölmezdi der bir çocuk, belki… keşke… cümleleriyle başlayanlar genelde ölüm karşısında pazarlık yapma aşamasıdır.
4. PERDE
Acı ve keder aslında gerçek olanlarla, iç dünyamız arasındaki bağlantı kurmamızı sağlar. Üçüncü perdenin sonunda yas süreci başlar. Keder süreci, aynı zamanda bir adaptasyon sürecidir. Çünkü artık ölen kişi aranızda değildir ve onsuz bir dünyaya yaşamaya devam etmeniz gereklidir. Bu sebeple acının ve kederin anlamı insanların dünyasında önemi büyüktür. Fakat çevredekiler acınızı paylaşmak yerine sizi bir an önce normale döndürmek ister. Ağlama derler isyankâr olursun, ya da psikiyatrise yönlendirirler ilaç kullan derler. Aslında bizim kültürümüz de ağıtlar yakılır gidenin ardından kırkı elli ikisi okunur. Bunlar aslında kişiyi acıyı anlamlandırma ve yaşama sürecidir. Çünkü biri hayatınızdan kayıp gitmiştir. Bırakınız, böyle biri varsa yankınınız da acısını yaşasın ona teselli vermeyin ona yapacağınız en iyi iyilik acısını yaşaması için ona ortam sunmak olur.
5. PERDE
Son perde ise kabullenme aşamasıdır. Fakat birçok kişi ölüm gerçeğini kabul edince kabullenmenin geldiğini zannetmektedir. Fakat bu ilk aşamadır. Dahası yas süreci yeni başlamaktadır. Ölümü kabul etmekle ölen kişinin hayatımızda olmadığını kabul etmek birbirinden ayrı şeylerdir. Ölümü kabul edince şok aşamasından sonra öfke, pazarlık, yas ve kabullenme aşamalarının geldiğini daha önce belirtmiştik. Ölen kişinin ardından tutulamayan yas süreci bireyin hayatında enerjisini alıp götürmektedir. Sigmund Freud “Yas ve Melankoli” kitabında ölen kişinin ardından tutulan yasın olağan, süre sınırlı, zorunlu ve gerekli olduğundan bahseder. Fakat ölen kişi ile olan bağların bırakılamaması da patolojik bir yas sürecinde bahseder. Bir kadın danışanım eşine olan karmaşık duyguları olduğu ve sürekli devam eden bir yorgunluğu olduğunu için terapiye başvurmuştu. Yapılan değerlendirme görüşmelerinde annesinin yıllar öncesi ölümünden bahsetti. Annesini vefat ettikten sonra mezarını bile hiç ziyaret etmemişti. Yas sürecini yaşayamamış bunun üstüne hemen de evlenmişti. Uzun bir dönem duygularını konuştuk, annesiyle olan fotoğraflarını seansa getirmişti. Duygularını yeterince dile getirince yıllardır sakladığı aslında nerede olduğunu bildiği fakat hiç bakmadığı annesinin hırkasını seansa getirdi. Bu hırkası normal bir hatıra ve bir anıdan farklıydı. Bu hırka onunla annesi ile arasındaki bağlantı nesnesiydi. (Vamık Volkan’ın literatüre kazandırdığı kavram) Annesiyle arasındaki bu nesne onun gerçek bir yas süreci yaşamasını engel olmuştu. Bu hırkaya dokundu, hatıralarını kırgınlıklarını paylaştı. Bir süre bana emanet etti. Ve vakti geldiğinde bu hırkayı ihtiyacı olan birine verdi. Bu bağlantı nesnesini üzerine konuşmak başlangıçta danışanımın yaşadığı sıkıntıları arttırsa yaşayamadığı yas sürecini tekrar yaşaması için bir fırsat oldu. Hırka artık eski gücünü kaybetti. Danışanım annesiyle olan ilişkilerine elveda dercesine mezar ziyaretlerini yaptı. Ve yıllar öncesi belki de kendiliğinden yapılması gereken yas sürecini benim eşliğimde terapide gerçekleştirmiş oldu.