Evliliğin Anayasası
Çift olabilmek, yaşam döngüsünde en karmaşık süreçlerinden biridir. Bu karmaşık süreci daha yaşanabilir hâle getirmek için şüphesiz sevgi önemlidir. Fakat sevgi tek başına yeterli midir? Sevgi oluştuktan sonra mutlu bir birliktelik için ne yapmak gerekir? Çoğu zaman sevginin var olması için bir nedene gerek yoktur. Lakin sevginin devam edebilmesi ve büyütülmesi için beslenmesi gerekir. Sevginin beslenip ve büyütülmesi için bir takım sağlam temeller gerekir. Nasıl ki insanların ve toplumların bir arada yaşayabilmesi için “toplumsal sözleşme” gerekir ki biz buna anayasa diyoruz. İşte toplumun en küçük birimi olan evlilik kurumunun da sağlıklı yürümesi için bir takım olmazsa olmazlar vardır. Evliliğin sağlam temellere oturtmak için evliliğin anayasasını bilmemiz önemlidir.
“BEN” OLARAK KALABİLMEK!
“Ben” olmak kendi sınırlarını ihlal ettirmemek. Ben olmak başkalarının sınırlarını ihlal etmemektir. Ben olmak iki seçenek içersin de önceliği kendisine vermek demektir. Önceliği ben olamayan birinin eşiyle sağlıklı ilişki kurması zorlaşacaktır. Biri sizden bin lira borç para istiyor, böyle bir durumda ilk olarak ne düşünürsünüz? Onun güvenilir olması mı? Parayı ödeme ihtimali mi? Bunların aklınıza gelmesi pek doğaldır. Fakat birine borç para verebilmeniz için öncelikle o paranın sizde bulunması gerekir yani kenarda fazladan bin liranızın olması gerekir ki borç verebilesiniz. Paranız yoksa o kişinin güvenilir olması hiçbir işe yaramaz. Çünkü sizde olmayanı başkasına veremezsiniz. Mutluluk tam da böyledir. Mutlu değilseniz mutlu edemezsiniz. Kendini ön plana almak bencillik olarak değerlendirildi. Bencillik kötü bir şey olarak söylendi. Bunun sebebi de bencilliğin başka kavramlarla karıştırılmasıdır. O kavram “ben merkezci” yani narsisistik kişilik örgütlenmesi olan kişilerdir. “Ben merkezci” biri sürekli başkalarına yukarıdan bakan, sürekli kendi ihtiyaçlarını düşünen karşı tarafı yok sayan birine bencil değil ben merkezci yani narsisistik bir kişi diyebiliriz. Dolayısıyla “ben” i öncelikli kılmak “ben merkezci” olmak değildir. Mutlu bir evlilik için ön koşuldur. Çünkü “ben” i mutlu edemeyenin karşısındakini mutlu etmesi pek de mümkün değildir. “Ben”i ön plana alabilmek için bireyler kendi anne-babalarından öncelikle kopmalıdır. Onlar tarafından yönetilebilir bir ilişki kurmamalı ve bağımlılığını koparmalıdır. Anne babadan kopmak onlara saygısızlık yapmak ya da onları artık sevmemek değildir. Bağımsız birey ve çift olmak için gereklidir. Eğer ki bağımsız bir birey veya çift olunamazsa geçmişteki roller aktifleşecek ve çiftler eski kalıp davranışlarına mahkummuş gibi sürekli aynı kavgaların esiri olacaktır. Özellikle bizim kültürümüzde “saçını süpürge eden anneler”, “kendinden çok eşini düşünen kadınlar” vardır. Açıkçası bu durum toplum tarafından da desteklenmektedir. Ancak “ben”i ön plana almayan birinin başkasını mutlu etmesi mümkün değildir. Bunu durgun bir suya atılan taş gibi düşünebilirsiniz nasıl ki durgun suya atılan taş çevresine dalga dalga yayılıyorsa mutlulukta önce bireyin kendi dünyasında başlayıp çevresine dalga dalga yayılacaktır.
“SEN”İN VARLIĞINI KABUL ETMEK
Beni ön plana alan biri karşındakini de bir birey olarak kabul etmek adına önemli bir adım atmış olur. “Ben”i değerli olduğunu anlamayan ve öncelikli kılmayan biri eşini de bir “birey” yani “özne” olarak kabul edemez. Karşıdaki kişi sanki onun “malı”, “eşyası” gibi davranırlar. Bir kadın danışanım “Hocam kocam bana birçok hediye alıyor. Fakat onun yanında kendimi bir çanta gibi hissediyorum. Varlığım yokluğum belli değil. Zaten aldığı hediyeler de dışarıdaki insanlara ne kadar mükemmel bir koca olduğunu göstermek için” demişti. Bir başka kadın danışanım ise “Cinsellik yaşamıyoruz. Âdeta beni bir çöp kutusu gibi kullanıyor. Boşalıyor ve kalkıyor gidiyor. En yakın olduğumuz cinsellikte dahi varlığımı hissetmiyorum.” diyerek önemli bir hususa vurgu yapmıştı. Danışanlarım aslında kocaları karşısında hiçlik ve yokluk hissedip varlığını hissedememenin ağırlığı altında eziliyorlar. “SEN” in varlığını kabul etmek karşısındaki bireyin düşüncelerine önem verebilmek, onun da düşüncelerinin haklılığı olduğunu kabul etmek ve karşıdaki bireyle empati kurabilmekle mümkündür. Senin varlığını kabul edemeyen bireyler nasıl oluyor da böyle bir kişilik geliştiriyorlar. Bunun sebeplerini şöyle bir örnekle açıklayabiliriz: Erkek çocuk anneye ait gibi büyütülüyor. Onun ne yapacağına, ne düşüneceğine, ne hissedeceğine annesi karar veriyor. Anne çocuğunu bir uzantısı gibi görüyor ve onun ayrı bir birey olduğunu kabul etmeden çocuğunu büyütüyor. Çocuk annesi tarafından ancak annesinin isteklerini yerine getirdiğinde onun taleplerini karşıladığı müddetçe sevildiğini hissediyor. Yani annenin istekleri olduğunda çocuk varlığını hissediyor. Eğer ki çocuk kendisine ait bir düşünce içinde olursa aşağılanıyor ve yok sayılıyor. Hatta genelde şiddet ya da diğer yöntemlerle cezalandırılıyor. Böyle bir ortamda büyüyen bir erkek çocuk ileride evlenince de kendi eşini birey olarak görememekte, onu bir uzantısı olarak görmektedir. Yani eşi onun isteklerini karşıladığı müddetçe varlığını hissediyor yoksa varlığını hissedemiyor. Dolayısıyla eşini ayrı bir birey olarak görmüyor.
SOSYALLEŞEK “BİZİ” OLUŞTURMAK
Çiftler, çift olan kişilerle sosyalleşmeli ve beraber etkinliklere katılmalıdırlar. Bu şekilde evlilikteki “biz” bilinci büyüyecektir. “Biz” bilinci iki şekilde büyümektedir. İlk olarak çiftin beraber etkinlik yapıp ortak değeri olması, beraber eğlenmesi, ortak ilgi alanları yaratması ile mümkündür. Huzurlu ve sağlıklı evliliklerin beraber etkinlik yapan ve bunu uygulamadan geçirip bundan keyif alan çiftler sayesinde mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Bazı çiftlerin “Biz artık konuşamıyoruz.” ya da “Konuşacak bir konu bulamıyoruz.” gibi yakınmaları vardır. Çiftlerin birbirlerine yeterli zaman ayırmaları, ortak bir mizah anlayışı olması, birbirlerine sorular sormaları ve aktif olarak birbirlerini dinlemeleri, beraber eğlenebilmek birbirini güldürebilmek ve beraber kahkaha atabilmek onların mutluluğu için önemli bir adımdır. Aile, arkadaş çevresi ve diğer çiftlerle sosyalleşmek biz bilincinin oluşmasındaki ikinci önemli noktadır. Bazı çiftler biz bilincini abartırlar. Her etkinliği beraber yaparlar. Hatta hobilerinden uzaklaşmasına ve iş ilişkilerini ihmal etmelerine neden olabilmektedir. Bu çiftler sanki hep aynı düşünmeleri, hissetmeleri gerektiğine inanabilirler. Bu çiftler aynı anne çocuğun ilk aylarındaki gibi iç içe geçmesi gibi yapışık bir ilişki içinde olabilirler. İlişkinin başlarında bu ilişki tanışma ve sevgililik döneminde bu ilişki biçimi yararlı olabilirken evlilikte böyle bir ilişki biçimi ise sorunları beraberinde getirmeye başlar. Çiftlerden birinin farklı bir dünyası olduğunu söylemeye başlaması diğer eşte kızgınlık, yalnız bırakılmışlık hatta terk edileme hislerini yaşamasına neden olabilmektedir. Bu iç içe olan evliliklerden birinin bunalmasıyla çatışmalar üst düzeye çıkmaktadır.
Sonuç olarak, eşinin bireysel dünyasına saygı gösterip kendisinin de bir birey olarak hobisinin olması veya bir şeyler yapması, eşinin onu özlemesine fırsat tanıyabilir. Bireysel olan etkinlikler diğer eşin onayından geçmesi, gizli olmaması önemli husustur. Ayrıca eşini bir “birey” olarak onun kendine ait düşünceleri, duyguları, duyumları ve davranışları olduğunu hürmet etmek yani “sen” i kabul etmek evlilikte “biz” bilincinin oluşması için önemli adımdır. Buradan da anlaşılacağı üzere evlilik ben ve seni yok etmeden bizi oluşturmak ve korumaktır, diyebiliriz. Ve Halil Cibran “Ermiş” adlı eserinde evlilik üzerine şu mısralarla “ben”, “sen” ve “biz” kavramlarını ne güzel yazmıştır:
Ama birlikteliğinizde bir mesafe olmalı
Ve cennetin meltemleri aranızda esmeli
Birbirinizi sevin ama bunu bir bağımlılığa çevirmeyin
Bırakın, ruhlarınızın kıyılarına dalgaları vuran bir deniz olsun
Birbirinizin kadehinden için ama tek kadehten içmeyin
Birbirinize ekmeklerinizden verin ama aynı ekmeği yemeyin
Birlikte şarkı söyleyin, dans edin ve eğlenin ama yalnız da kalmaya izin verin
Bir lavtanın telleri ayrıdır ama aynı melodiyi çalarlar.
Kalplerinizi verin ama birbirinizinkini esir almayın
Sadece yaşamın eli kalplerinizi birleştirsin
Birlikte durun ama çok yakın durmayın;
Tapınağın sütunları da ayrıdır
Ve meşelerle selviler birbirlerinin gölgesinde büyümezler…